KKTC’nin 37’nci kuruluş yıl dönümü münasebeti ile ülkemize gelen TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la Ersin Tatar’ın vermiş oldukları “Maraş mesajı” sonrasında, Mal Tazmin Komisyonu’nun hareketleneceği açıktır.
Erdoğan yapmış olduğu konuşmasında, Maraş’ın eski sahiplerine peyder pey verilmesi ve artık ölü kent olmaktan çıkarılması için, mal sahiplerinin Mal Tazmin Komisyonu’na başvuruda bulunmalarının şart olduğuydu.
Bir ünlü darb-ı mesel vardır.
“Mal canın gongasıdır.”
Evet, mal canın yongasıdır. Savaşlar nedeniyle KKTC topraklarında ama askerin kontrolunda kalan o koca kentte malı mülkü kalan insanlar istemezler mi bıraktıkları mallarına geri dönmeyi. İstiyorlar elbette.
Hangimizin aklına gelirdi o koca Maraş’ın bir gün Türklerin eline geçeceği. İkinci Harekatın başlaması ile bütün Maraş sahipleri tarafından boşaltılmıştı. Rumlar, birinci harekatla Girne’nin Türk askerinin kontroluna geçtiğine tanık olunca, artık Maraş’ta da bir hayat süremezlerdi elbette.
Lakin bütün geçmiş on bir yıllık acılarımız ve yüzlerce kaybolan insanlarımızı düşününce, “Rumlar bunlara layıktı” diyesi geliyor insanın.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları sonrasında Maraş’ta malı olan insanlarda çok ciddi bir kıpırdanma olduğu görüldü. Rum basını, buna yönelik olarak Rum idaresinin hukuki incelemeler başlattıklarını veriyor.
KKTC Cumhurbaşkanı da açıklıyor...
“Maraş, BM Kararlarına uygun olarak açılmıştır.”
Hal böyle iken bir başka sayfa çıkacak karşımıza.
O da, Maraş’taki Evkaf malları...
KKTC’nin elinde bulunun Vakfın ve Osmanlı arşivlerinin özünde, Maraş’ın gerçek sahiplerinin Kıbrıs Türkleri olduğu hususu vardır. O bağlamda gerek Vakıflar İdaresi yeni ve eski müdürleri, araştırmacıları ve kompetan, emekli olmuş nice bürokratları bu konuda ısrarla Maraş’ın büyük bir kısmının Türklere ait olduğunda ısrar ediyorlar. Israr etmeleri gerekir hatta.
Maraş denince aklıma eski Vakıflar İdaresi Müdürü Derviş Coşkuner’in bana anlattıkları ve o anlattıklarına “Gavur Hasan” isimli öykü kitabımda adeta bir roman gibi kaleme aldığım belge niteliğindeki öyküm geliyor.
Derviş Coşkuner yıllar önce Vakıflar İdaresi’nde görev alınca bazı yerleşim yerlerindeki vakıf mallarını araştırmak için bir bölgeye gitmiş. Derviş Coşkuner Baf kökenli olduğu için, mükemmel Rumcası olduğunu da vurgulamam lazım.
Derviş Coşkuner yaşadıklarını şöyle anlatmıştı bana:
“O köye gittiğimde bir yaz gününün akşamüstü zamanıydı... Köylüler sereserpe kahvede oturuyorlardı. Dosyalar koltuğumun altındaydı. Arabamı park edip kahvehanedeki insanların arasına oturduğumda onları mükemmel Rumcamla selamlamıştım. O kalabalık benim Rum olduğumu sanmıştı. Hatta bana kahve de ısmarlamışlardı. Kahvemi içerken kendilerine sormuştum bu köyde ne kadar Vakıf malı vardır diye. İşte o zaman anlamışlardı benim Türk olduğumu. Birden bir sessizlik ve buz gibi bir hava çökmüştü kahvehaneye. Kimse bana cevap vermemişti. Sadece en arkada oturan bir adam, bana ‘sus’ işareti yapmıştı.”
Derviş Coşkuner’in hikayesi bununla da bitmedi ve devam etti.
“Bana sus işareti yapan adamın bana birşeyler söyleyeceğini anlamıştım. Biraz sonra kahvehane boşaldığında o adam yanıma gelmişti. Adamın adı Mihalagi Mehmet’ti. Yani din değiştiren ve bir Rum kızıyla evlenen Türklerden...”
Derviş Bey şöyle bir şey daha öğrenmişti...
Meğer adamın anlattığına göre, Osmanlı’nın adadan gidişi sonrasında İngiliz idaresi, Vakıf mallarını kiliseye, kilise de Rum şahıslara dağıtmış o bölgedeki Türk mallarını. Derviş Beyin Vakıf malları ile ilgili kahvehanede soru sorması Rumların işine gelmezdi elbette.
Mihalagi Mehmet, karma köylerde kalan ve Osmanlı uzantısı bir soy tarafından ihmal nedeniyle azınlık durumuna düşen Türklerin kendi topraklarını nasıl terkettiğini, terkedemeyenleri de köyün papazının kıskaca alarak onları Rumlaştırdığını ve Vakıf mallarına da kilisenin çöreklendiğini anlatmıştı kendisine. O karma köyde ne cami kalmıştı, ne de okul. Okulsuz ve camisiz kalan bir toplum o kadar çaresiz kalmış. Bu durumu gören köyün cingöz papazı şöyle demiş Türk gençlerine:
“Okul mu istersiniz? Gidin Rum okuluna. Zaten bütün hayatınız Rum gençleri ile geçiyor. Cami mi istersiniz? Gidin kiliseye. Zaten bütün dinlerin yolu Allah’a gitmez mi? İş mi, para mı, kız mı? İşte size iş, işte size kiliseden para, iste size birer Rum kızı.”
Bu noktaya gelen bazı Türk gençleri o aldatmacanın içine düştü ve dinlerini değiştirerek Rum kızları ile evlendi.
İşte o aldatmacanın ürünüdür şimdi yaşananlar.
Bir zamanlar rahmetli babamın Maraş’taki yeğenini ziyarete gittiğini söylerdi ağabeyim. O yeğenimizin dönümlerce kendi koçanlı malı varmış Maraş’ta. Ve daha nice Türklerin. Tabii ki bunlar parça parça işittiklerimdir. Lakin Vakıfların elinde bulunan Maraş toprağındaki Türk malları artık belgelenmeli ve Rumlarla İngilizlerin zamanındaki hırsızlıkları ortaya çıkmalıdır.
Olabilirlikleri düşünebiliriz...
Denize sıfır bir büyük arazi düşünün... Anayol üzerinde devasa dükkanlar ve nice değerli malları düşünün. Ve bunları kazıya kazıya eski defterlere ve eski kütüklere bakınız. İşte o zaman hesaplaşma da başlayacak. Evkaf malı üzerine yapılan oteller, apartmanlar, fabrikalar ve iş yerleri nasıl hesap verecekler masada.
Vakıf malları dışında temiz malı olan Rumlar, elbette ki şimdilerde Mal Tazmin Komisyonuna başvuracaklardır. Malını yıllarca savaş nedeniyle kullanamayan Rumların yürekleri yanınca, ne vatan, ne millet, ne de ENOSİS saçmalarıkları kalır. Mal canın yongası olduğuna göre, bütün eski mal sahiplerinin cesaretlenerek kendi mallarına dönmeleri mümkün.
Üçüncü sayfa mı?
Evet üçüncü sayfa, Maraş’ın kaç parayla, kaç yılda, nasıl ve ne şekilde hayat bulacağı meselesi..
Kısacası verilen mesajlarla Mal Tazmin Komisyonu’nda yeni bir hareketlilik başladı ve daha da artacak gibi, o hareketlilik ve başvurularla. Rum idaresi kaldırsın kıçını vursun kuma. Canı yanan insanlar “lanet olsun sizin ideallerinize de ENOSİS stratejilerinize, sizin bu saçma hayalleriniz yüzünden değil mi binlerce Rum göçmen durumuna düştü, kendi malından oldu” deyip inandıkları yolda yürüyecekler. Kendi malları Türk topraklarında kalsa da kendi mallarına dönecekler.
O nedenle iki devlet esasına dayalı bir çözüm, mutlaka ama mutlaka gerçekleşecektir. Bu bir inançtır, bir gözdür, bir yürektir. Bu da böyle biline...