Koskoca bir tatil geçti ve okullar yeniden açıldı, açılıyor. Hala anımsıyorum. Okulların ilk açıldığı günlerde, hocalarımız bize şu soruyu sorar ve bizlerden kompozisyon yazmamızı isterlerdi. Sorulan soru şuydu!
“Yaz tatilinizi nasıl geçirdiniz?”
Tabii ki bizim cenerasyonun öyle bir lüksü olamazdı yaz tatilimizi güzel geçirdiğimizi söylemek için. Çünkü bizim yaz tatillerimiz hep örfi idareler, sokak kavgaları ve bombalar arasında geçmişti. Lakin ara ara da köye yakınlarımıza gittiğimiz olurdu. Sonra kaleme sarılır, yaz tatilimizi yazardık. Eşeğin üstünde bostana gidişimizi, dövene nasıl gittiğimizi, incir ağaçlarından incirleri nasıl topladığımızı, kuyudan buz gibi su çekerek elimizi yüzümüzü nasıl yıkadığımızı yazardık.
Şimdi okulların açılması ve kapanması sürecinin nasıl geçtiğini sorgulamaya kalksanız, herhalde aklınız durur çocukların kompoziyonlarından. Onlar belki şöyle yazacaklar...
“Ailece Antalya’da lüks bir otele gittik. Akdeniz’de gemi turu yaptık. Sonra Kıbrıs’ta bir başka otelde ikinci tatili yaptık. Babam bana yeni bir bilgisayar ve özellikli cep telefonu aldı. Yeni üniformalar, yeni spor ayakkabılar, modern bisikletler, arkadaşlarla ikindi sineması, çocuk kampı ve yüzme havuzları...”
İşte çağın değişmesi budur. Bazen bizim cenerasyondan arkadaşlarla bunları konuşurken, “Baban sana da aldı bunları? Senin de mi laptopun veya cep telefonun vardı?” sorusunu sorardık birbirimize. Veya toplumsal açıdan sosyo ekonomik kalkınmamız bazı şeyleri de beraberinde getirdi. Belki de çocuklarınıza sizin zor zamanlarınızı anlatsanız size şöyle diyeceklerdir:
“O zaman sizin yaşantınız ve olanaklarınız öyleydi, bizim zamanımız ve çağımız böyledir. Sizin babanız filandı, bizim de babamız sizsiniz.”
Mantıken düşündüğümüzde çocuk doğru söyler. Belki de biz de onların o avantajlarını ailemizde bulsaydık, aynı lüks olanaklara sahip olurduk. Her ne ise... Yine kompoziyona dönelim...
Her insanın ilk ayrılığı, sanırım ilkokula başladığı zamanla başlar. Özgürce koştuğu, özgürce oyun oynadığı, düştüğü zaman hemen anne babasının kollarında bir teselli bulduğu ve o yaşa gelinceye kadar “hamiliği” yüreğinde hissettiği o minicik çocukluk yılları...
Sonrasında, okulla gelir, okullar başlar. İlk kez okula gidecek olan çocuğun psikolojik yönden okula hazırlanması, daha fazla anne babaya düşen bir görevdir. Şimdiki çocukların hem olanaklar, hem de psikolojik hazırlık yönünden çok şanslı olduklarını düşünürüm. Belki de ana okula veya ana sınıfa başlama gibi bir dönemdir ilk ayrılık. Hatta okul öncesi okul da diyebiliriz.
Okul öncesi eğitim, yıllarca “ana okulu” dediğimiz ama şimdi, daha bilimsel yöntem ve olanaklarla çocukların geleceğe daha iyi hazırlandığı bir okuldur “okul öncesi” eğitim.
Evvelden mahalle aralarında eski ve gayri sıhhi şartlar altında sıraların konduğu, bahçesiz evlerde “ana okulu” fonksiyonları gören okullar vardı. Öğretmenlikten gelme veya emekli olmuş bayan öğretmenlerin kurdukları ve büyük bir boşluğu doldurduğu bir uygulamanın ta kendisiydi ana okulları. Tabii ki o tür okullar, esasında ticari okullardı.
Çağ değiştikçe, insanların eğitimleri daha bir üst sıralara geldikçe, teknoloji ve ekonomi düzeldikçe, çağdaş eğitim de kendini göstermeye başladı. Kreşler bu işin öncüleriydiler. Yeni doğmuş bebeklerden, okul öncesi çocuklara kadar bir yaş dilimini içinde barındıran çocuk yuvaları, çok önemliydi.
Sonra Maarif Dairesi eliyle okul öncesi eğitim müesseseleri kurulmaya başladı. Yüksek öğrenimini “çocuk yetişmesi ve çocuk pisikolojisi” üzerine yapan gençler, bundan sonraki hayatlarına yeni bir ekmek kapısı açtılar. Bilimsel yöntemlerle çocuk yetiştirmenin ve minicik çocukların psikolojilerini iyi okumanın verilerini uyguladılar. Tabii ki bunlar pedagoji dersleri ile de bağlantılıdır.
Sanırım çocuk psikolojisini iyi okumak da öyle başlar. Bir öğretmenin ilkokul veya liselerde öğretim görevi yapabilmesi için, pedagoji dersini de almış olması gerekir. Ta ezelden bu böyleydi, İkinci Dünya Savaşı yıllarından sonra da öyle gelişti.
Belki “okul öncesi” eğitimin araştırmasını yapsak, çok güzel bir eser meydana çıkar. Demek oluyor ki, şu anda yeni yeni okula başlayan minicik yavrularımızın psikolojilerini çok iyi okumak lazım. Onlar için okula başlamak, yeni bir dünyaya girmek demektir.
Okul kapısından içeriye girinceye kadar olan zamanda, çocuğun kafasında ne fırtınaların estiğini tahmin edebiliriz. Annesinin eteğine tutuşmuş bir çocuğun okula girmemekte direnmesinin nedenlerini anlamak lazım. Anne kucağından, yeni bir hayata girmenin psikolojik travmasını görmek lazım. Bazı çocuklar vardır ki, anne babanın hazırladığı psikolojik ortam, onu güle oynaya okula gitmeye götürür. Her annenin babanın istediği de budur.
Geçen gün bir misafirlikteydim... Çok tatlı beş yaşında bir çocuk ortada dönüp duruyordu. Çocuğun yaramazlığını durdurmak için annesi ona şöyle demişti:
“Akıllı ol, bu amca öğretmendir ha. Ona göre.”
Çocuk birden sakinleşti ve bana başka bir gözle bakmaya başladı. İşte o an o kadına şöyle cevap verdim ben de.
“Çok büyük bir yanlış yapıyorsunuz. Çocuğu öğretmene karşı hem soğutuyor, hem de nefret duygularını körüklüyorsunuz.”dedim.
Kadın bana hak verdi. Bu ve buna benzer olaylara rastlamak mümkün. Halbuki bugünün anneleri, daha çağdaş ve daha modern düşünen, eğitimli kadınlardır. O nedenle çocuk psikolojisini çok iyi okumak lazım, diyorum.
Okulların açılması, sadece küçük çocuklar için değil, büyük çocuklar için de önemlidir. Yetiştin çağa giren çocuklar, tatil dönemindeki deniz ve havuz sarhoşluğunu üzerlerinden atarlar, bu kez dört aylık arkadaş özlemleri giderilmeye başlar. Yani okulun açılması, öğrenciler için bir motivasyondur.
Her şeye, ama her şeye rağmen, okul ve okul sıraları, o masum dostluklar ve heyecanlar bir başkadır. Onun için çocukların o “masum” duygularının tatmin olmasına da yardımcı olmak ve yeni yeni arkadaş grupları oluşmasını sağlamak, hatta sosyalleşmesine yardımcı olmak lazım.
Son kez söylüyorum! Okul çağları çok güzeldir. Çocuklar o güzel günlerin kıymetini iyi bilsinler. Yarın omuzlarına yüklenecek hayat yükü, onlara bu günleri aratacaktır.
Yeni okuma dönemi tüm çocuklara hayırlı olsun.