Geçen gece sabaha karşı Arapköy-Çatalköy yakınlarındaki mühimmat bölüğü’nde meydana gelen patlamalar herkesi korkuttu.  Patlamalar öylesine dehşet vericiydi ki, sanki savaşı unutmuş veya savaş esnasında yanan Beşparmak Dağları’ndaki büyük yangını anılarımızın bir kenarında bulmuşuz gibi.

            1974 Mutlu Barış Harekatı’nın üzerinden ne kadar zaman geçti.  O günlerde doğanlar bugün birer olgun insan olmuş.  Yani savaşı görmemiş ve yaşamamış bir nesil duruyor önümüzde.

            Kabul etmek lazım... Savaş geçirmiş bir coğrafyada bu tür olayların ender de olsa yaşanması doğaldır.  Tabii ki bu kez meydana gelen mühimmat deposundaki patlamalar, savaş sonrasındaki patlamalara benzemiyordu.  O nedenle Çatalköy yöresindeki evlerin ve turistik tesislerin camları kırılırken, olay paniğe sebep olmuştur.

            21 Aralık 1963 olaylarını ve 1974 savaşlarını yaşayan öz Kıbrıslılar için bu tür patlamalar adeta onların birer parçası haline gelimiştir.

            Zaman zaman bazı bölüklerin yapmakta oldukları silahlı eğitim alanlarından duyulan patlama ve silah sesleri, adeta alışılmış birşeydi.  Hala daha eğitimlerde kullanılan silah sesleri gelir kulaklarımıza gecenin karanlıklarında.

            Mesela iskan uygulamasında zaman zaman Değirmenlik bölgesine gidildiğinde o bölgeden gelen şikayetler hiç de azımsanacak birşey  olmadığını görürdük.  Malum Değirmenlik’teki topçu birliğinin yapmakta olduğu eğitimlerden ve top atışlarından birçok evin duvarları çatlamış ve adeta bazı evler oturulmaz hale gelmişti.  Bunun yanında Beşparmak Dağları’ndaki taş ocaklarında yapılan dinamit patlamaları da o yöredeki evlerin çatlamasına neden olan hususlardan birisidir.

            Bu olayın nasıl ve ne şekilde meydana geldiğini yorumlayacak olursak, şu soru geliyor akla:

            “Acaba bu bir sabotaj mı?”

            Neden olmasın?

            Bu işin araştırmasını Ankara’dan gelen heyet yapmış veya yapmaktadır.  İşin derinlerine indiklerinde bir de şu soru geliyor akla:

            “Bu bir ihmal mi?”

            Genellikle askerde pek ihmal olmaz.  Olmamalıdır da.  Çünkü Türk askeri o kadar disiplinli ve tedbirlidir ki, bütün bu olayların yaşanması mümkün değil.  Ama olmuş bir kere.

            Bu meselede en büyük talihsizlik, olayın yaz içinde vuku bulmasıdır.  Tabii ki bu olayda en çok etkilenen de Acapulco Otel ve tatil köyüdür.  Otelin camları kırılmış ve büyük hasar meydana gelmiş.  Hatta turistler korkudan geceyi sahilde şezlongların üzerinde geçirmişler.

            Bu talihsiz olayı turistlere bir güzel anlatmak lazım.  Belki de olayı yaşayan o turist grubuna özel bir indirim yapacak otel işletmecisi.  Bilemeyiz.

            Bundan sonra böyle bir olayın yaşanmayacağının garantisini ben şahsen verebilirim.  Çünkü bu adada o kadar çok şey yaşadık ve gördük ki, bu olayın da unutulan bir kötü anı olarak insanların belleklerinde kalacağını düşünüyorum.

            Herhalde bu olay Rumların ekmeğine bal sürdü.  Hani turizm fuarlarına gidildiğinde fuar idaresine şikayet eden Rumlar, broşürlerine koydukları “invaded area” ibaresini belgeler gibi, bir maya olmuştur bu konu.  Yani kuzeyi “işgal edilmiş bölge” olarak fuar idaresine takdim edişleri ve KKTC turizmini sabote etmeleri...

            Halbuki Rumlarda da buna benzer olaylar vuku bulmuştur.  Mesela Larnaka’da rafinerideki o buüyük yangını hala unutamadı güney insanları.  Hani elektriksiz kalışları ve Rumlara ilk kez elektrik satışımız...

            Dedik ya... Savaş geçirmiş toplumlarda bu tür olaylar meydana gelebilir diye...

            Harekat sonrasında Türk askeri uzun zaman mayın ve bomba,  patlamamış havan mermileri aramışlardı.  Bayağı da zamanlarını almış ve buldukları patlamamış havan ve top mermilerini imha etmişlerdir.  Hatta bazılarımız savaş sonrasında patlamış havan mermilerinin bir parçasını hatıra olarak evlerimizde saklamışız.

            Tabii ki bizi en çok etkileyen olay, Alayköy’de patlamamış bir bomba bulan çocuğun o bombayı kurcalarken iki elinin parmaklarını kaybetmesi ve uzun zaman hayata tutunabilmesi için büyük mücadele vermesiydi.

            Bunun gibi daha nice olaylara tanık olduk ve o olaylar da bizim hayatımızın bir parçası oldu.

            Tabii ki Çatalköy ve yöresinde ikamet eden veya o bölgede tatil geçiren insanlar o dehşet verici patlamalara tanık olurken,  o yöre dışındakiler olayı anlatıldığı kadar öğrenebilmişler ve duygularını analiz etmişlerdir.

            “Patlama ve yangın” dendi mi aklıma iki acı olay gelir...

            Bunlardan birisi Birinci Harekat esnasında Beşparmak Dağları’nın batı bölgesindeki o büyük orman yangını, diğeri de 1992 veya 1993 yılında yine Beşparmak Dağları’nda meydana gelen o feci yangındı.   Birinci yangını mevzilerimizden izleyebiliyorduk.  Ötekini de Lefkoşa’dan kuzey ufuklarına bakarak görüş alanımıza gelen kızıllığı.

            Herşeye rağmen bunlar bize ders olmuş olacak.  İnşallah bu ve buna benzer herhangi bir patlama daha yaşamayız.

            Hepimize geçmiş olsun.