Bizim kuşağımız, -özellikle kırsal kesimden gelenler- Ortaçağ ortamında/koşullarında süregiden bir yaşamdan günümüzün izlenemez ortam ve koşullarındaki yaşama geldi.
Eskiden insan yaşamında yüzyıllar içinde gerçekleşen değişimler artık baş döndürücü bir hızla, hatta neredeyse her saat oluyor. Oluyor da (başka ya da benzer var mı ilk anda aklıma gelmiyor) -ne yazık ki- insanlığın Ortaçağ’ın da öncesinde, insanlık tarihinin başladığı zamandan beri uluslararası ilişkilerin özü değişmedi.
Orman Kanunu kuralları hâlâ daha geçerli! Gücü yetenler ya da sırtını Dünya’nın kabadayılarından birine dayayanlar ne isterse yapabiliyorlar. Başka ülkeleri zorla ve şiddet kullanarak işgal edebiliyorlar, yakıp yıkabiliyorlar, çocukları, kadınları, yaşlıları, sivilleri, sırf katlederek soykırım yapabiliyorlar.
Belirli bir etnik ya da dinsel kimliğe sahip olmak, insanlık dışı muameleye uğramak ve katledilmek için “neden” olabiliyor.

***

15 Kasım 1967’de, Grivas komutasında Geçitkale/Köfünye-Boğaziçi/Aytotro’ya saldıran Rum-Yunan silahlı güçlerinde yedek subay olarak görev yapan Kıbrıslı Rum Spiros Papageorgiou, saldırıdan sonra yaşadıklarını, bolca belge de kullanarak “Ebihirisi Kophinou Bos Diohtide Abo Tin Kipro İ Elliniki Merarhia” adlı bir kitapta anlattı.
Kitanın Türkçesi, Geçitkale Harekâtı - Yunan Tümeni Kıbrıs’tan Nasıl Kovuldu?
Papageorgiou, kitabının 70’inci sayfasında, tek kollu komando komutanı olduğunu söylediği Andreas Dimitropulos’un ağzından Türkler’e yapılan işkenceleri ama daha önemlisi bir Türk’ün öldürülüşünü şöyle anlatır:      
Gelin bunun Türkçe çevirisini de okuyalım: [Geçitkale/Köfünye’nin içinde ilerlerken] “Ansızın bir delikanlı atıldı. Kurşunlardan korunmak için kendini duvara yapıştırmış, elleri havada! Onu hiç dikkate almadım ve ilerledim. Birkaç adım gerimden silah sesleri geldi. Geri dönüşümde bir de ne göreyim? Başında demir miğferli bir asker! Bu asker köyün temizlik harekâtına katılan askerlerden biri! Bu asker delikanlıya ateş etmiş, delikanlı can çekişiyordu. Ben hemen ona, ‘Bre kerata bunu niye yaptın?’ diye sordum ve aynı zamanda onu demir miğferle dövmek istedim. Bana cevabı, ‘Türktür’ oldu.

***

Bir Rum subayının yaptığı insanlık dışı itirafla dile getirdiği cinayet,  Gazze Şeridi’nde her dakika, hatta bu satırlar okunurken, -hem de Dünya’nın gözü önünde ve de Dünya’nın Baş Kabadayısı ABD’nin desteğinde- İsrailli caniler tarafından işlenmektedir.
Yukarıdaki Rumca alıntıda bir Rum askerinin, yalnız ve sırf Türk olduğu için silahsız ve sivil bir insanı öldürmesini anlatır. Bunun yanında yüzlerce Türk’ün sırf Türk oldukları için öldürüldüklerini unutmadık. İsrail askerleri de her dakika sırf Gazzeli/Filistinli oldukları için çocukları (ve kadınları, yaşlıları, sivilleri) katletmekte; Dünya’nın Baş Kabadayısı ABD’ye sırtını dayayarak, neden’siz, ama’sız, lâkin’siz, fakat’sız, destur’suz, hukuk’suz ve açıkça, cinayet, katliam (kıyım) ve soykırım uygulamaktadır/uygulayabilmektedir.
Atatürk, savaş savunma amaçlı değilse cinayettir der. Dünya’nın Baş Kabadayısı ABD ve hempaları, cinayeti, katliamı, soykırımı güya meşrulaştırmak için “İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu” söylerler. Ne savunma hakkı ama? Cinayet, katliam, soykırım ne zamandan beri “savunma” sayılmaktadır. Savunma değil, şairin dediği gibi “herkesi kör alemi sersem” sayan aşağılık, alçakça, hayasızca, ahlaksızca bir söylem/mazeret bu!
Tarihin derinliklerinde bile, savaşın bir ahlâkı bir töresi vardı. 21’inci yüzyılda savaşın ne hukuku kaldı, ne ahlâkı, ne de mantığı! Biliyoruz ki savaş denince, insanlık zaten rafa kalkar ama bu kadarı da fazla!
Nasıl bir Dünya Düzeni, nasıl bir Orman Kanunu’dur bu?