Malum çok hassas bir dönemden geçiyoruz. Pandemi başlıbaşına bir dert. Aşı derdi, pozitif-negatif derdi, bulaşıcılık ve korunma derdi hepten var bu süreçte. Bu süreçte sayabilip yorumlayabileceğim diğer hususlara değinelim, isterseniz.
Erken Genel Seçimi sürecine girdiğimiz bu dönemde, siyasilerin parmak bastığı pek çok yara vardır. O yaraları deştikçe, puvan kazanıyorlar veya puvan kazandıklarını sanıyorlar.
Gerçekten bu süreçte vatandaşlar çok hassaslaştırlar ve onların yaralarına temas edince yaygarayı basıyorlar.
O yaygarada kimisi iktidara, kimisi de muhalefete sövüyor. Bundan başka pahalılık herkesin içine yerleşen bitmeyen bir yara haline geldi. Hergün o yara kanadıkça, insanlar daha da hırçınlaşıyorlar. İşte politikacıların en büyük taktikleri, özellikle şu propaganda döneminde dokundukları ve duygu sömürüsü yaptıkları hususlar, bunlardır. Bir yerde “Vatandaş haklıdır” diyorlar da çıkış kapısını göstermiyorlar.
Kimi politikacı atıp tutuyor, sanki herşey iktidarın eseriymiş gibi.
“Hükümet ekonomiyi bitirdi” diyenler mantıklı düşünmüyorlar demektir.
“Bu hükümet halkı fakirleştirdi” diyenler de mantıklı düşünmüyorlar.
Neden mantıklı düşünmüyorlar veya mantıklı düşünmek istemezler, ona değinelim.
Bu pahalılığın esası, Türk lirasına endeksli olmamızdandır. Hani deriz ya...
“Türkiye grip olur, biz burada ansırmaya başlarız” diye...
Gerçek o değil mi?
Hangi parti gelirse gelsin bu süreçten ve bu girdaptan çıkamaz. İktidara gelenler, buldukları ve bulacakları ile yollarına devam etmek durumundadırlar.
Lakin siyaset sahnesinde atıp tutuyor bütün siyasiler. Sağcısı, solcusu... Hatta büyük vaadlerde bulunuyorlar. Başka türlü meclise girilmez ki...
Yine Adolf Hitler’in bir sözünü yazalım.
Adolf Hitler şöyle demiş ilk kez politikaya girdiğinde.
“Yalan söyleyin. Nasıl olsa, mutlaka birileri bu yalanlara inanacaktır.”
Bu da politikanın diğer çirkin yüzü...
İnsanları en çok etkileyen husus, parasızlık ve açlıkla karşı karşıya kalmaktır. Şayet empati yaparsak, bu durumdaki ailelerin zorluklarını anlayabiliriz. Hiç de kolay değildir bir adamın işsiz ve aşsız kalması. Bir çıkış yolu arıyor bu insanlar elbette. Bu durumdaki insanlar çareyi, güneyde Rumların yanında çalışmakta buluyorlar. Yıllardan beri sürüp giden Kıbrıs meselesi Rumların uzlaşmazlık ve egoları yüzünden bir türlü bitmiyor.
Kıbrıs meselesini neden bitirsinler?
Madem Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan 4 Mart, 1964 tarih ve 186 sayılı karar çıktı ve “Kıbrıs Cumhuriyeti vardır” dendi daha ne diyelim? Rumlar neden anlaşsınlar ki?
Denktaş’ın bu kararın aldığını genel kurulda yapmış olduğu ünlü konuşma sonrasında hatıralarına kaydettiği birkaç söz vardır.
“Genel kuruldan ağlayarak çıktım. Rumlar bu kararla, Kıbrıs Cumhuriyeti beratını aldılar ve artık hiç anlaşmazlar.”
Denktaş’ı sürgüne gönderen de bu ünlü konuşmasıydı.
Rumlar bizimle neden anlaşsınlar ki?
Annan Planı’na “Evet” diyen Türkler cezalandırıldı, Rumlar bu plana “Hayır” dedi ve ödüllenerek Avrupa Birliği’ne alındı.
Rumlar bizimle neden anlaşsınlar ki...
Ersin Tatar bir çıkış yolu arıyor çözüm için.
“Yıllarca Federasyon temelinde bir tez savunduk ama Rumlar buna yanaşmadılar. Şimdi de eskiye dönelim diyorlar. Biz yan yana iki eşit ve birbirini tanıyan iki devlet temelinde bir çözüm istiyoruz. Bütün yollar denendiğine göre, bunun başka çıkış yolu yoktur” diyor beyanatlarında.
Rumlar bizimle neden anlaşsınlar?
Rumlar bu fotoğrafa bakıyorlar ve “Türkler bize muhtaç olacaklar” diyorlar. Şimdi güneyde çalışmak isteyen Türkler için yorum yapıyorlar. Halbuki bazı Türklerin güneyde çalışmaları yeni bir durum değildir. Ama şu pandemi dönemi bu durumları yarattı.
Amerika Rumlara silah ambargosu koymuyor ve bazı silahları almak için onay veriyor. Niçin? Öyle bir noktaya gelip Türkiye’yi dize getirmek için. Lakin Türkiye’nin büyük bir ulus olduğunu unutuyorlar.
Rumlar Türkiye’yi kızdırmak için her yola baş vuruyorlar. Maksat, büyük güçleri de bir olayın içine çekerek Türkiye’nin başını belaya sokmak ve o büyük güçlerle Türkiye’yi karşı karşıya bırakmak. Rumların Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklerini yok sayarak Doğu Akdeniz’deki sondaj operasyonalarına devam ediyorlar ve atıp tutuyorlar.
Türkiye sabrını koruyarak Türk gemilerini Akdeniz’e indiriyor. Ama dünya, Amerika, İngiltere ve AB, bütün bu olanlara sessiz kalıyorlar ve yeri geldikçe de Rumlar lehinde beyanatlar veriyorlar.
Madem dünya bir “Hristiyanlar Kulübü”ne dönüştü, Rumlar bizimle neden anlaşsınlar?
O zaman Müslüman Arap ülkelerinin kulakları çınlasın, diyorum.
Yine de Anavatan’a büyük bir şükran borçluyuz yaşanan döviz ve TL’nin değer kaybetmesi olsa da. Çünkü Kıbrıs Türkü, Anavatan’a mecburdur, ünlü şair Attila İlhan’ın dediği gibi, “Ben sana mecburum.”
Siyasilerin atıp tutmalarını bir kenara koyarak gerçekçi olalım ve bu süreci de, ağır bedeller ödeyerek atlatacağımızı düşünelim. Ağır bedel öderken de, gidip gavurun kucağına oturmayalım, diyorum.
Asgari ücretin daha bir tatmin edici çizgiye getirilmesi iyi. Hiç yoktan bir nebze nefes alacak asgari ücretli.
İşte bütün bu gerçekler doğrultusunda, bugün meydanlarda nutuk atmaya hazırlanan, televizyonlarda veryansın edenler, bütün bu gerçekleri bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Ama politika yapmaya devam ediyorlar.
Madem zaman zaman sol ve sosyal demokrat kanat ille de yeni bir Kıbrıs yaratmak için Rumlarla eyleme gidiyorlar, madem sol ve sosyal demokratlar Anatasiadis’e şu soruyu sormuyorlar, “Neden anlaşmaya yanaşmıyor ve olumlu bir tavır sergilemiyorsunuz?” sorusunu, Rumlar bizimle neden anlaşsın arkadaş. Solcular bu soruyu sormak istemezler. Çünkü işlerine gelmiyor.
Velhasıl hassas bir dönemden geçiyor ve gerçeklere sünger çekiyoruz maalesef. Yaralara dokunarak ve içimizi acıtarak, hem de... Ama benden söylemesi... Bundan sonrası seçmene ve vatandaşa aittir, yeni bir gelecek için. Öyle değil mi?
İşte size Kıbrıs’ın gerçek fotoğrafı...