İlk Suriyeli göçmenlerin Türk sınırından Türkiye’ye gelişlerini hatırlayınız. Savaştan ve ölümden kaçan binlerce Suriyeli Türkiye üzerinden batıya göçmek istemişler ama onları hiçbir batı ülkesi kabul etmemişti. Hatta Türkiye’nin batıya bir insanlık dersi verdiğini görmüştük.
Gerçekten de Türkiye, acımasız ve vicdansız batılılara tam bir insanlık dersi vermişti beş milyona yakın Suriyeliyi kendi topraklarında misafir ederken. Suriyeliler için adeta binlerce çadırı kendi topraklarında kuran kocaman bir çadırkent oluşturmuştu Türkiye.
Göçmen olmayan o zor günleri ve ölümle kalım arasındaki hayatı anlayamaz. Biz Kıbrıs Türkleri o acıyı çok iyi biliyoruz.
Şayet kendi üzerime bir misal verecek olursam, o göçmenlik anlarımı ve günlerimi şöyle anlatabilirim.
21 Aralık 1963 olayları başladığında tam bir aylık evli idik eşimle. Büyükkaymaklı ile Küçükkaymaklı sınırında bir Rum’un evinde kiracı olmuştuk. Kurşunlar sıkılmaya başladığında ben de eşimle birlikte üzerimizdeki giysilerimizle ancak canımızı kurtarabilmiştik. Eşimin gelinliği gardrobun üzerinde asılı kalmıştı. Rumlar herşeyimizi alıp götürmüştü. Bizler yine de şanslı insanlardık. Çünkü sığınabileceğimiz surlar içindeki ailelerimiz vardı.”
O göçün en büyük çaresizlğini Küçükkaymaklı göçmenleri çekmişti. Bu küçücük memlekette herkes biribir ile akraba, arkadaş filan ama, bir yere kadar arkadaşlık veya akrabalık. O köy kökenli insanlar sinema salonlarına, okulların sınıflarına ve cami içlerine sığınmışlardı. O soğuk kış gecesinde insan kendi yatağında bile ısınamaz, kaldı ki, kalın paltoları ile uyumak ve ısınmak zorunda kalanların işleri gerçekten çok zordu. İşin önemlisi, her evde üç beş göçmen aile vardı.
Şimdi... Şu anda Türkiye ve Suriye sınırında , hatta Yunanistan sınırında yaşananları izlerken hep o zor günlerim geliyor aklıma. Zavallı insanlar...
Türkiye’nin niyeti, gerek diplomatik, gerekse askeri girişimlerle kesinlikle Beşar Esat’ı ve taraftarlarını hizaya ve aklıselime getirmedi. Ama Esat, İlle de “Ben bir güçüm, ben istediğimi yaparım, kimsenin bana müdahale etmeye hakkı yoktur” zihniyetiyle Türkiye ile Suriye arasındaki bu gerginliği bu noktaya getirdi. Elinin altındaki güçlerle bölgede çok büyük huzursuzluk ve ölüm yaşattı.
Esasında Türkiye, Suriye’deki terör örgüt ve güçlerinden çok çekti. Türkiye ile Suriye’ye sınır olan kentlerimiz bayağı savaşı dolu dolu yaşadı. Oradan atılan bombalar bile Türk insanın başına ve evine düştü.
İşte Türkiye’nin kararlılığı buna dayanmaktadır. Sırf bölgeye huzur getirmek ve tüm tehditleri ortadan kaldırmak için bu operasyonları yapıyor.
Tabii ki ilk sorulan soru şudur:
“Türkiye’nin İdlib’te işi ne?”
İlk bakışta durum ters gelebilir ama, yaşananlar ve giden canlar akla gelince, “Bu operasyonlar gerekliydi ve yapılıyor” cevabı geliyor.
Son acılarımız, 33 Mehmetçiğin verdiği canlardır. Bütün Türk insanın yüreğine bir ateş düştü. En büyük ateş de, düştüğü yeri yakan acıdır.
Şimdi tam 33 şehit anne babası, şehit eş ve çocukları kanla irinle karışık bir acı hayatı yaşamak zorunda kalacaklar.
Gelelim Türk askerinin yaptığı operasyonlar sonrasında Türkiye’nin açtığı sınır kapılarına...
Beş milyona yakın Suriyeli Türkiye’ye sığınarak orada karınlarını doyurdular, çocuklarını Türk okullarına gönderdiler, hatta bazıları ülkelerinden kaçarken beraberlerinde getirdikleri paralarla iş kurdular.
Suriye göçmenleri Türk insanına zarar vermedi mi?
Verdi, şöyle...
Demokgrafik ve kültürel açıdan Türk insanı da göçmen Suriyelilerden çok çektiler ve herkesin düzeni bozuldu. Alışık olmadıkları şu Suriyeli göçmenlere katlanmak zorunda kaldılar. Artık bir dönülmekezliği yaşayan Türk insanı da bu “gerekli göçü sinesine çekti” ve öyle yaşamaya başladı.
Bundan iki ay kadar önce yapılan Suriye harekatı ile Türk askerleri yerlerinden göç eden Suriye göçmenlerinin yaşadıkları toprakları terörist ve Esat yandaşlarının elinden kurtarınca büyük bir Suriye kitlesi topraklarına döndü.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük ideali, bütün Suriyelilerin topraklarını teröristlerin elinden kurtarıp, onların kendi topraklarına dönmesini sağlamak. Ama görülüyor ki batı kılını bile kıpırdatmıyor. Hatta vaad ettikleri para yardımlarını bile gülünç rakamlarla geçiştirdiler.
Bu olayda da Türkiye’yi yalnızlaştırmaya çalışan batı ülkeleri, hala bünyelerine Suriyeli göçmenleri almamakta direniyorlar.
Peki... Türkiye bu yükü kaç yıl daha çekecekti.
Hani derler ya... “Herşeyin bir bedeli vardır” diye...
Batı, kendi iç huzurunun bozulmaması için kapılarını binlerce, hatta miyonlarca Suriye göçmenine açmamalarının bedelini şimdi bütün dünyanın gözü önünde ödüyor. Adeta bütün dünyanın gözünde küçüldükçe küçülüyorlar.
Türkiye ne yaptı?
“Ben kapılarımı bütün göçmenlere açıyorum, bundan sonrasını siz düşünün” deyiverdi. Ki, kapıları göçmenlere açmakta da haklıdır.
Şimdi bütün dünya, Yunanistan sınırına dayanan binlerce göçmenin dramına tanık oluyor. Yunan sınırında ateş yakıp umut arayan insanlara Yunan askeleri ve polisleri darbe atıyor. “Size sınırlarımızı açmayız, defolun nereye giderseniz gidiniz” diyor.
Bu görüntüler tam bir ibret filmi gibidir. Bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden bu büyük göç hareketi, adeta Türkiye’nin yıllarca doyurduğu Suriyet insanlarına yeni bir insanlık örneği gösteriyor.
Gerçlekte Suriyeli göçmenlerin arzuladıkları şey, batıda veya batı ülkelerinde kendilerine yeni bir gelecek hazırlamaktır, şayet kapağı oralara atabilirlerse. O nedenle Türkiye çaresiz kalan ve batı tarafından reddedilen Suriye göçmenlerine sahip çıkarak bu çaresizliklerinin muhasebesini yapmış ve hala yapmaktadır. Türk topraklarında kalmak isteyenlere Yunanlılar gibi “Defolun topraklarımızdan” demedi ve insanlığını gösterdi.
Şimdi göreceğiz batıyı bakalım sınır kapılarını bu göçmenlere açacaklar mı?
Sırf özgürlük ve yeni bir hayat için Suriyeli göçmenler nehirleri bile yüzerek geçmeye baçlamışlar. Ne büyük dram...
Bu iş ne kadar daha gidecek?
Hele bir batının başı ağrımaya devam etsin, hele şu “AB” imparatorları birbirlerini yesinler de görelim bakalım sınır kapamak neymiş görsünler.
Velhasıl Türkiye bütün dünyaya insanlık dersi veriyor...