Geçtiğimiz günlerde hayli ilginç ve ilginç olduğu kadar da dramatik bir “Göç Filmleri Yarışması” izledik. İlginçti diyorum, çünkü insan hayatını etkileyen bazı unsurlar vardır ki, o unsurların yaraları hiç de kolay kolay kapanmaz. Lakin en önemlisi nedir bilir misiniz?
İnsan olmak ve insana değer vermek.
O bağlamda, Uluslararası Göç Filmleri Festivali, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın himayelerinde, İçişleri Bakanlığı Göç Genel Müdürlüğü’nce düzenlenmiş çok önemli bir sanat etkinliğiydi.
Bir hafta zarfında yaklaşık 30 milyon izleyiciye ulaşan Uluslararası Göç Filmleri Festivali yarışmasında tam 5 dalda ödül verilmiş ve dünyaya, sanat yoluyla çok önemli mesajlar iletilmişti.
Ödüller şu dallarda verilmişti.
- En uzun metraj filmi “Sama İçin/For Sama”,
- En iyi ilham veren senaryo: “Oğlum Gibi/Just Like My Son”,
- Jüri Özel Ödülü. Oscar&Lili,
- UNİCEF En iyi kısa film ödülü: Kıyının Çocukları/Children of the Shore,
- Aynı Gemi en iyi kısa film ödülü: Orada/There.
Bu film festivalini izlerken pek çok şey geçmişti gözlerimin önünden. Sahile cesedi vuran o minicik yavrunun görüntüleri, dalgalara ve denizin derin sularına savrulan cesetler ve özgürlük arayışları...
Savaş yaşayan ülke insanlarının her zaman ayakta kalabilmek ve hayatlarını kurtarmak için çok büyük mücadeleleri olmuş ve o umut yolcuları herşeylerini kaybetmişlerdir.
Çok büyük paralar karşılığında köhne balıkçı teknelerine binen ve denizin ortasında alabora olan tekneden denize dökülen, yüzme bilen ve bilmeyen insanların ölümleri çok acı olmuştur. Özellikle yavru çocukların cesetlerinin görüntüleri bütün insanlara üzüntü vermiştir.
Tarih, binlerce göçmenin yok oluşunu yazmıştır ve yazacaktır elbette. Ama o tarih yazılırken de insanlık sorgulanacaktır.
“Bu insanlar niçin ve neden ölmüşlerdir?” sorusunun cevabını arayacaklardır.
Gerçekte suçlu olan, kendi egoları ile insan hayatını yok sayan pek çok ülke vardır. Nitekim Suriye göçü, bu önemli “göç fırtınasının” baş aktörleri ve baş kahramanlarıydılar.
Savaştan kaçan, ancak kendi kapılarını insanlık için bu zavallı insanlara açan Türkiye’nin Suriye göçmenlerine ne büyük fedakarlıkta bulunduğu ve bütün dünyaya ne büyük insanlık dersi verdiği görülmüştür.
Ölümü enselerinde hisseden Suriye göçmenleri için sınırda pek çok çadırlar kuruldu, pek çok yiyecek kazanları ile yiyecek ve süt dağıtıldı, doktor tahsis edildi, ilaçları verildi ve onları geleceğe bağlayan umut kapılarını açıldı.
Takriben bundan beş altı yıl önce İstanbul Kitap Fuarı için İstanbul’a gittiğimde sokaklarda dilenen ve “açız” diyen nice Suriye göçmeni ile karşılaşmış ve içim kanamıştı diyebilirim.
Kabul etmek lazım... Suriye göçü ve değişen demografik yapı, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda değişimine neden oldu. Lakin hareket noktası, hep “İnsanlık için”di.
Uzun bir zamandan sonra batıya göçmek isteyen binlerce Suriyeli göçmene Türk kapıları açıldı ama Yunan sınırları hep kapalı kaldı. Sadece Yunanistan değil, pek çok Avrupa ülkesinin kapıları da kapalı kaldı. Kışın karları üzerlerine düşerken onlar hep tel örgülerin arkasında bir gelecek aradılar ama o tel örgüler hiç kalkmkadı onlar için. Türkiye “Kapılarınızı insanlık için Suriye göçmenlerine açınız” dese de, onlar o çağrıya hiç uymadılar.
Göç filmlerinin yapımı da o insanlık için gerçekleşti.
Binlerce göçmenin kendi yaşantısında pek çok dramatik unsurlar vardı elbette. İşte o unsurlardan yola çıkarak bu filmler yapıldı ve bir film festivaline dönüştü.
Geçmişte bütün dünya vebadan çok çekti. Bununla beraber tifo, aids, kuş ve domuz gribi gibi hastalıklar yaşanırken de pek çok olaylar yaşantı. Eşine ihanet eden bir adamın veya bir kadının yattığı kişiden aids virüsü kapması sonrasında kararan hayatlar da dramatik unsurlardı.
Şu anda içinde yaşadığımız koronavirüs belası de gün gelecek, pek çok filme konu olacak, göreceksiniz.
Belalar insanları gelir bulur ama nedense bazı insanlar bu belaları hafife alırlar. İşte o hafife alışın getireceği belalardan da pek çok dramatik malzeme çıkacaktır diye düşünüyorum.
Acıyla sanatın birleştiriciliğinde insanlığa verilen mesaj, “Birbirinizi seviniz ve insanlığa zarar vermeyinizdir” diyebilirim.
İşte o film festivalinin verdiği mesaj da budur.