Şayet Türk tarihini iyice okumuş ve beyninizin zerreciklerine yaşananları yerleştirmişseniz, 29 Ekim 1923’te ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin önem ve anlamını da idrak etmişsinizdir demektir.
Osmanlı İmaratorluğu’nun kuruluşunda yine Osmanlı boylarının ırksal ayrışımında ve çatışmasında pek çok can gitmiş, pek çok egemenlik kavgaları ve savaşları verilmiştir. Ta Osmanlı İmparatorluğu’ndan geldiğimiz bugüne kadar ne kadar çok toprak kaybettiğimizi de bilmemiz lazım. O Osmanlı ki, ta Viyana kapılarına kadar dayanmış, bütün Avrupa’yı titretmiş, yine güney Akdeniz ülkelerinde egemenlikler oluşturmuş ve koskoca bir imparatorluğun haritasını çizmiştir.
Şu anda yaşadığımız 21’nci yüzyıl dünyasında şu soruyu sorarım bazen kendime:
“Osmanlı neden o topraklarda barınamadı ve neden bu koskoca imparatorluğu sıfırladı?”
Evet bu sorunun derinliklerinde, asırlar sonrasına uzanan bir Osmanlı ve Türk geleceğinin kaderi yatar esasında.
Osmanlı’nın son durağı Türkiye toprakları olmuştur.
Maalesef son Osmanlı padişahı ve onun hempalarının yaptıkları hataların bedeli çok ağır ödendi. Yüzbinlerce şehidin kanı aktı Anadolu’nun topraklarına. O zavallı konumuna düşen padişah, bütün ipleri batı güçlerinin eline teslim etmiş, batı bu durumu istismar ederek Anadolu’yu parselemeye kalkmıştır. İngiltere bu işin başını çekiyordu. Fransa, Yunanistan ve İtalya da o kervanın halkalarıydılar.
Türk insanı o kadar şanslıymış ki, Mustafa Kemal isimli bir asker kendini ortalara atmış, İstanbul’dan Bandırma vapuruna binerek Samsun’a çıkmış ve o büyük örgütlenmenin ve halk ordusunun yaratılmasını başarmıştır. Gerçekte batı güçleri karşısında Türk insanını kurtaran, yine kendi güçlü iradesi ve güçlü vatan sevgisiydi.
Çanakkale Savaşı da tarihin yapraklarına düşmüş destandır. Türkiye’nin parsellenmesine katkı koymak için Anzaklar bile ta Avustralya’dan koparak Çanakkale’ye gelerek savaşmışlardır.
Mustafa Kemal ve onun en yakın arkadaşı İsmet İnönü, Türk topraklarının düşmandan temizlenmesi ve yeni bir Türkiye yaratılması için ölümüne bir savaş vermişler ve orduyu çok güçlü taktikler ve savaş meydanlarındaki kahramanlıklarıyla yeni bir gelecek yaratıl, yeni Türkiye onların omuzlarında yükseldi.
Onların hedefleri bütün Anadolu’nun düşmandan temizlenmesi ve bir Cumhuriyet rejiminin oluşturulmasıydı.
Çanakkale, Kurtuluş Savaşı ve İnönü Zaferleri o büyük insanların eseridir. Zaman zaman gazetelerden görürüz...
“Filan isimli Kurtuluş Savaşı Gazisi anılarını anlattı. Göğsünde de gazi madalyası vardı.”
O düşmanlar gün geldi teker teker Türk topraklarını terketmişler ve Lozan’daki toplantıya endesklenmişlerdi.
Lozan, Türkiye’nin bağımsızlık için vardığı son noktaydı. Bu toplantıya İsmet İnönü katılmış ve toplantıya başkanlık etmiştir.
Ve Lozan Anlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanarak, yeni Türkiye’nin bağımsızlığı kabul edilmiştir. İşte o Lozandır ki, İsmet İnömü, Kıbrıs’ı da gözden çıkarmış ve İngilizler’e altın tepside armağan etmiştir.
Gerek iç, gerekse dış şartların doğduğu bu gelişmeler sonucu, 29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ile Cumhuriyet rejimi de belirlenmiş oluyordu.
Bundan sonraki süreç, silahlı süreç değil, ekonomik yapılanma ve kalkınma süreciydi. Yani iki savaş gibi...
Birisi meydanlardaki silahlı savaş, öteki de kalemle ve beyinle verilen savaş...
O nedenle değil mi ki, şu anda ulaştığımız 21’nci yüzyılda o büyük Türkiye bütün dünyaya kendini kabul ettirmiş ve “büyükler listesine” adını yazdırmıştır.
Rahmetlik Atatürk, savaş sonrasında ve Cumhuriyetle olan gelişmelerde, çağdaşlaşmanın, eğitimin ve batı anlayışında modern bir Türkiye’nin var olmasını sağlamıştır. Onun en temel ilkelerinden birisi de laik Türkiye’nin var olması ve yaşatılmasıydı.
Yarın 29 Ekim, Cumhuriyet Bayramımızdır. Yani o büyük savaşların ve büyük beyinlerin yarattığı Cumhuriyet rejiminin bayramı.
97’nci yaşını kutladığımız Cumhuriyet Bayramımız hepimize mutlu ve kutlu olsun.