Kim ne derse desin, bugün Dünya’da küresel bir hukuk sistemi olduğunu söylemek abestir. Ne hukuka dayalı bir Dünya düzeni var, ne de adaletli bir Dünya! Eğer hukuka dayalı adaletli bir dünya düzeni olsaydı, dünyanın gözü önünde soykırımlar uygulanmaz, İsrail, hem de ABD ile Batı’nın şakşakları arasında Filistinli çocukları bu kadar pervasızca öldürmezdi.
ABD, Batı Avrupa ve AB, hukuk, adalet, insan hak ve özgürlükleri söz konusu olduğunda “harmanlara sığmazlar” ama söz konusu olan başkaları, (Afrikalılar, Asyalılar, Kızılderililer, Aborjinler, hele de Müslümanlar) ise, her türlü hukuksuzluğu, insan hakları ihlallerini, hatta soykırım nitelikli vahşet ve canavarlıkları yapanların arkasında dururlar. (Geçmişte doğrudan kendileri de soykırımlar yapmıştı.)
Eğer uluslararası hukuk denen “ne idüğü belirsiz” şey ABD ile Batı’nın “iç hukuku” niteliğinde olsaydı, İsrail ve onu yöneten canavar ruhlularla kafadan kontaklar öyle bir mahkûmiyete/yaptırıma uğrardı ki! İsrail’in arkasındaki ABD ve Batı’nın yöneticilerinin de akıbeti aynı olurdu.
***
İşin özünde, İsrail’in bugün Filistinliler’e yaptığını 21 Aralık 1963’te Rumlar bize yapmışlardı. Farklılık, gelişmiş silahlar ve teknoloji bağlantılıdır. Yoksa Akritas Planı, İsrail’in Filistinliler’i Gazze Şeridi’nden silmek istemeleri gibi bizi bu adadan silmeye yönelikti. Rumlar bunu yaparken de ABD ve Batı kıllarını kıpırdatmamışlar, bize insani yardım bile yapmamışlardı. Ama biz şanslıydık çünkü Türkiye’nin garantörlüğü ve bu garantörlükten doğan müdahale hakkının caydırıcılığı vardı.
Benzer biçimde eğer uluslararası hukuk denen “ne idüğü belirsiz” şey ABD ile Batı’nın iç hukuku niteliğinde olsaydı, bizi bu adadan yok etmek için olmadık vahşet ve canavarlıklar işleyen ırkçı faşist bozuntuları da yaşamlarını hapishanelerde çürütürlerdi.
21 Aralık 1963 ve sonrasında, şu ya da bu nedenle 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı Kıbrıs Türkleri’nin Devlet’ten atılması düpedüz, hukuk dışı bir darbe idi. ABD ile Batı’nın hukukunda darbeye yer yoktur ve darbeciler adaletten kaçamazlar ama Rumlar, yaptıkları darbe yanlarında kaldı. Aynı durum, daha çok ve belirgin olarak 1974 ve sonrası için de geçerlidir.
Uluslararası hukuk denen “ne idüğü belirsiz” şey ABD ile Batı’nın iç hukuku niteliğinde olsaydı, AB kendi hukukunun bir parçası olan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na karşın, Kıbrıs Rum Yönetimi’ni içine almaz, alamaz, alırsa sorumluları kendi mahkemelerinde hesap verirdi. Yürürlükte olan 1960 Anayasası’na göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi dillerinden biri olan Türkçe dışlanmazdı, dışlanamazdı.
***
Bir konuda görüşüm çok açık ve kesin: Hukuktan başka her şeye benzeyen, yalnız adı hukuk olan ve güçlülerle onların kanatları altında olanların, -güya kılıfına uydurarak - her istediğini yaptıkları, yapabildikleri bir düzen, adına uluslararası hukuk da dense, hukuk olamaz.
Filistin ve Filistinler’in başına gelenlere bakın! Bakın ve örnek alın:
Kıbrıs sorununa da burnunu sokan BM zavallı, kanayaklı bir örgüt!
Garantör İngiltere, ezelden ebede kaypak diplomasinin kıvrağı! Uzak durun uzak!
AB mi? Haydi canım sen de! Kıbrıs söz konusu olduğunda, hak, adalet ve hukuk unutulur. Artık üçüncü Yunanistan’dır AB!
Gelelim ABD’ye! Soğuk Savaş sürerken Türkiye’yi yanında tutmak isteyen ama süreç içinde Türkiye ile sorunlar yaşamaya başlayınca, Kıbrıs Türkleri’ni harcamaya hazır “çirkin Amerikalıların” ülkesidir ABD! Yalnız çirkin değil, burnunu soktuğu her yeri kan gölüne çeviren bir canavar ya da iblis!
Muhatabımız Kıbrıs Rumları mı? Bizi ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit ortaklığından çıkarmaya yönelik 13 maddelik anayasa değişikliği önerilerine bakınız! O önerileri bize yutturmaya çalıştılar. Yutturmayınca bunu zorla yapmayı denediler. Sonuç ortada! Ve onca badireden, beladan, felaketten sonra, 21 Aralık 1063 öncesindeki pozisyonlarından hiç ama hiç şaşmadılar. Hâlâ daha da o pozisyondadırlar.
Gelinen aşamada herkesin görüşü kendine, zaman her şeyi gösterir. Ama böylesi bir Dünya düzeninde, federasyonun tek “gerçekçi” çözüm olduğu ya da “Doğu Akdeniz sorunlar yumağının çözümü Kıbrıs sorununun çözümünden geçer,” “Türk-Yunan ilişkileri Kıbrıs sorununun çözümünden geçer” yönündeki söylemler, bana artık “masal,” “ütopya,” “şehir efsanesi” ve “ironi/kara mizah” gibi geliyor.