Yazımın başlığını neden “utanıyorum” koyduğumu anlatacağım...

            Geçtiğimiz Pazartesi günü yapılan Derinya eyleminin yansımaları, görüntüleri, verilen yanlış mesajları ve Türkiye’ye yönelik çirkin sözleri gerçekten ben ve benim gibi binlerce insanı rahatsız etmiştir.  Utancımın derinliklerine indikçe okurlarım daha da anlayacaklardır bunun nedenini...

            Bir zamanlar bizim de Rum arkadaşlarımız vardı.  Bizim de çok iyi ilişkiler içinde olduğumuz dostlarımız vardı.  Lefkoşa kentinin bir tarafında Faneromeni ve Ayluka kiliselerinin ayin çanları çalarken, bizim Selimiye Camiimizden ve bütün camilerimizden ezan sesleri yükselirdi. O ezanlar uhrevi bir ses gibi kentin üstünde yükseliyor ve yayılıyordu.

            Rum komşularımız paskalyalarında bize pilavuna ve renkli yumurta ikram ederler, bizler de dini günlerimizde kendilerine lokma ikram ederdik.

            Ve daha nice Türk ve Rum’un iyi komşuluk ve dostluk ilişkileri...

            O zamanlar güzel insan ilişkileri vardı  O “güzel ilişkiler” dediğimiz erdem ne zaman kayboldu?  1 Nisan 1955 tarihinde EOKA ilk bombalarını patlatmaya başladığı zaman.  İlk İngilizler ve ilk Türkler sokaklarda vurulduğu zaman...  İlk Türk polisleri kurşunlandığı zaman...

            Çok değerli dostum, Şener Levent, 3 Ekim 2021 tarihli köşe yazısında uzun uzun o eski günlere, yaşanmış olan dostluklara dem vurur da şu ifadesi ne yalan söyleyim beni rahatsız etti.  Bunu ifade etmem onu eleştiri anlamında değil, gerçekçi bir ifade ile geçmişe vurgu yapma anlamındadır.

            Şener Levent kardeşim ne demişti o yazısında eski özlemlerini dile getirirken?

            “Bölünmemiş bir yurtta yaşıyorduk...  Aramızda barikat falan yoktu...  Şehirlerde de içiçeydik, köylerde de... Komşularımız Eleni, Bombos, Sotiri...  VOLKAN’ın öfkeli gençleri duvarlarımıza ‘YA TAKSİM, YA ÖLÜM” yazana kadar aramızda hiçbir kırgınlık, hiçbir kavga ve anlaşmazlık yoktu.  Ben çok özlüyorum o günleri...”

            Hele bir soluklanalım burada. 

            Sevgili Şener bütün bunları duygusal ve renkli bir tablo gibi önümüze sererken, şu Kıbrıs’ın kana bulanış şekline ve şemasına neden doğru ifadelerle değinmiyor hala anlamış değilim. 

            Şener’i ben o çocukluk haliyle hatırlıyorum Lefkoşa’da.  Ağabeyi rahmetlik Mustafa Tangül’le hep o zor günlerini, babasız büyümesini ve hayat yolundaki zorluklarını konuşurduk.  Tabii o zor günler de geride kaldı ve herkes gibi o da hayatın yollarına düştü.  Zaman zaman kendince kabul edilemeyen bazı hususlara tavırlar koydu, hatta merhum Denktaş’la çok büyük kavgaları oldu.

            Benim ve ağabeyi Tangül’ün de en zor günlerimiz, Dr. Küçük-Denktaş kavgasının süregeldiği zamanlardı.  “Dr. Fazıl Küçük’le Geçen Günlerim” ve “Rauf Raif Denktaş-Var Olma Savaşım” adlı kitaplarımda anlatmışımdır.  Belki ileride daha da bazı şeyler yazacağım.  Her ne ise...  Şimdi gelelim şu Derinya meselesine ve Şener kardeşimin köşe yazısında neden EOKA’cıları değil de VOLKAN’cıları suçlayışına.

            VOLKAN için ne demişti Şener Levent?

            “Volkan’ın öfkeli gençleri duvarlarımıza ‘Ya Taksim, ya Ölüm’ yazana kadar aramızda hiçbir kırgınlık, hiçbir kavga ve anlaşmazlık yoktu.”

            Şu soluklanma anımda aklıma ilk EOKA bombaları geldi.  Henüz ortalarda ne 9 Eylül, ne Kara Çete, ne Volkan, ne de TMT vardı.  Ta ki EOKA’nın ilk bombaları patlayıncaya kadar.

            Hangi Kıbrıslı istemezdi mutlu yaşamayı?  Hangimizin kini ve öfkesi vardı çocukluk arkadaşlarımıza ve Rum komşularımıza?  Hiçbirimizin.  Ama EOKA herşeyi mahvetti.

            Bizim sokakta çok şeker Rum komşularımız vardı.  Oğulları Stelyo ile bizim evin mersin ağaçları altında pirilli ve top oynardık.  EOKA’nın bombaları patlamaya başladığı zaman, Ayluka ve civarlarında oturan Rumlar tası tarağı can havliyle toplayıp kendilerince daha güvenli yerlere taşındılar.  Tahtakale’deki Türkler de aynı şekilde daha güvenli Türk mahallelerine taşındılar.  Bir gün Stelyo’nun annesi annemde kahve içmeye gelmişti, hem de korkarak.  Onda oluşan korku, bölünmenin düşmanlık tohumlarının atıldığı 1 Nisan 1955 EOKA bombalarının korkusuydu.  Rahmetlik annem Baf kökenli olduğu için Rumcayı mükemmel konuşurdu.  Stelyo’nun annesi şöyle demişti anneme.  Hala annemin tercüme ettiği kelimecikler aklımdadır:

            “Ah Naciyemmu!  Gördün mü bizim bu çılgınları.  Tutturdular ENOSİS ENOSİS diye, hepimizin hayatını karartacaklar.”

            Bu insanlar o güzel komşuluk ve dostluklarını neden terkedip uzaklara gittiler ve bölünmenin eşiğine geldiler?  Sırf Rumların ENOSİS hayalleri için.  Sırf Rum fanatikler göçe zorladıkları için.

            Türkler tehlikeyi görünce ve sokaklarda Türk polisler EOKA tarafından kurşunlanamaya başlayınca işte o zaman Türkler de ilk örgütlenmeye doğru adım attılar.  Hatta kendi başlarına bomba yapmaya kalkan dört tane gencimiz patlayan bombadan şehit olmuşlardı.  Niçin? Yaşamak ve güçlü olmak için.

            Ne yani?

            Duvarlara, siyah asfaltın ortasına, sinemaların kapılarına, ve daha gözde yerlere EOKA ve ENOSİS  kelimeleri yazılacak da, 9 Eylül, Kara Çete, Volkan ve TMT yazılmayacak mıydı?

            İşte bazı arkadaşlarımzın olaylara yaklaşımının ve konuları işleyişlerinin beni gerçekten rahatsız ettiğini ifade edebilirim.

            Ve yeniden soruyorum!

            Neden hala muhalif kalemler Türkiye’yi, KKTC’yi, Türk idaresini ve siyasilerini eleştiriyorlar da Yunanistan’ı, Rum idaresini, Makarios’la Grivas’ın yedikleri haltları, Kleridis’in ikili görüşmeleri neden bitirmediğini, Küçükkaymaklı’yı ateşe verişlerini, 15 Temmuz Makarios darbesini, Nikos Samson’un adayı ilhak etme girişimlerini ve hala daha Kıbrıs sorununun kökünde yatan gerçeklerin neler olduğunu sorgulamıyorlar, anlamış değilim.

            Bir sihirli değneğim olsa ve 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı ile bölünmüş Kıbrıs’ın kuzeyinde, vatan yaptığımız bu topraklarda, Nüfus Mübadele Anlaşması ile iki coğrafyadaki yaşamın başlaması ile kuzeyde dağıtılan Rum mallarını, güneyde dağıtılan Türk mallarını eski haline getirsem, binlerce insan pişmanlıklarında boğulacaklar.  “Keşke bölünmüş Kıbrıs’taki mutlu günlerimizde dönsek...” diyecek.  Bakmayın siz şimdi Derinya’da eylem yapmalarına.  İş çıkara gelince başka oluyor. 

Gördük ki Rumlarla bir hayatı paylaşamayız.  Türkiye’nin eli kursağımızda, kalkınmamız için projelere akıttıkları paraların haddi hesabı yok.  Ama Rumlar silah zoru ile bizi o “özlem duyulan” Kıbrıs Cumhuriyeti’nden fırlatıp attılar ve hayatlarımızı kurtarmak için varillerden, saksılardan, eski arabalardan mevzi ve barikatlar kurduk.  Hisar burçları boyunca oluşan Türklerin otobüslerinin Rum işkence barikatlarından, ilaçsız, doktorsuz ve elimizden alınan bütün hayatımızdan, iletişim ve yayın haklarımızdan, bir tutam maydanoz elde etmek için evimizin saksılarına ektiğimiz maydanoz tohumlarından ve özgürlük için dağları bayırları aşan Rum kıstırığında kalan Türklerin ölüm kaçışından, parasız pulsuz günlerimizden, talan edilen bağımızdan bahçemizden, banyo küvetinde katledilen masum yavrularımızdan neden söz etmezler.

Daha da yazayım mı?  Bugünlük bu kadar.

Bırakın Rumların aldatmacalarına kanan bazı solcu Türkleri, AKEL’in oyununa gelerek Derinya’da eylem yapsınlar.  Herhalde bu solcu kardeşlerimiz bilmiyorlar veya bilmek istemiyorlar Maraş’ın Rumlara devredilmesine ilişkin yapılan Türk önerilerini?

“Alın Maraş’ı, açın bize uçak alanımızı” dedik ama o da olmadı.

Ve şimdi de Rumlar tarafından kullanıldıklarının farkına varmak istemeyen bu kardeşlerimiz dünyaya yanlış mesajlar vererek, eski acı günlere parmak basarak, Kıbrıs Türkü’nün masadaki elini zayıflatmaya çalışıyorlar.

Halbuki Rumların temel hedefleri bellidir.

Birisi, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünü ortadan kaldırmak, diğeri de adadaki Türk askerinin adadan çıkmasını sağlamak.  Ama avuçlarını yalarlar.  Yıllarca yaşadığımız acıları biz biliriz. 

Haydi sizi göreyim.  Eleştirin biraz da Rum “dostlarınızı” da göreyim beyler.

İşte onun için utanıyorum beyler.  Şimdi bu yazıyı neden yazdığımı anladınız mı?

            Şener Levent kardeşim sadece bir gerçeğe parmak bastı, detay vermeden.  Ne dedi, onu da yazıma alayım...

            Şener’in “Cumhuriyeti elbirliği ile parçaladık” ifadesine katılmıyorum.  Cumhuriyeti biz değil, Rumlar parçaladı ki, Şener bunu çok iyi biliyor.

            Bundan yola çıkarak yazdıkları ise şöyledir:

            “Cumhbaşkanı Makarios’un ENOSİS hayali de kibrit suyu döktü, Cumhuriyetin temeline.  O ENOSİS istedi, Denktaş ise TAKSİM...  Makarios’un hayali gerçekleşmedi, Denktaş’ın hayali gerçek oldu.”

            Şu Kıbrıs Türkü hiç de kolay gelmedi buralara...  Özgürlüğü ve var oluşu için çok bedeller ödedi ama Rumlarla yeni bir hayatı paylaşmamak adına, yeni bir geleceğe pencere açtı, KKTC topraklarında.