Ulusal Birlik Partisi’nin kurultay sürecinde sosyal medyaya bir görüntü geldi. O görüntü, Başbakan Ersan Saner’le bir kadının görüntüsüydü. Esasında verilmek istenen imaj, Saner’in seks skandalı olabilecek bir mizansenin kamuoyuna yansıtılmasıdır. Dolayısı ile onun yıpratılmasıdır.
Şu cep telefonları, internet, bilgisayar sistemi, kitap ve görüntü tasarımları o kadar gelişti ki, olmayan veya varsayımlar üzerine yaşanmış addedilen senaryo özellikleri taşıyan yıpratıcı minik ama çarpıcı görüntüler hazırlanabiliyor.
Ersan Saner için de yapılan budur bence. Lakin kabul etmek lazım... Politika çirkin bir oyunun en acımasızı ve en kabul edilmezidir ki, bu ve buna benzer tertipler olabiliyor.
Bu olay bana bazı siyasi skandalları hatırlattı...
Mesela ABD’nin eski Başkanlarından Clinton’un Beyaz Saray’da Monika ile yapmış olduğu oral seks skandalı...
Somut ve net olarak belirlenen bu skandala diyecek yok. O bir mizansen değil, Clinton’un görünmeyen iç dünyasını ve sekse olan düşkünlüğünü açığa çıkarmaya yönelikti.
Clinton meselesi gizli kameraya alınınca ve mesele siyasi skandal haline dönüşünce, mahkeme sorgulamasında Monika’nın üzerinde Clinton’un spermleri olduğu açığa çıkmıştı.
Dünya bu skandalla çalkalandı çalkalandı durdu. Hatta bu konuda pek çok kitap yazıldı.
Çok gelişmiş ülkelerde bu tür olaylara bakışlar bizlerden çok farklıdır. Örneğin Clinton’un bu sorgulaması ve aylarca mahkemede süren tartışmalar şu soruyu akla getirdi.
“Clinton’u bu davaranışı siyasi hayatı ile ilgili mi, değil mi? Bu davaranış, onun özel hayatının bir parçası değil mi?”
Nitekim mahkeme onu yargıladı ve herşeye rağmen ikinci kez Beyaz Saray’a Başkan olarak girdi. Demek mahkeme ve halk, “Bu onun özel hayatıdır” diyerek yeniden başkan seçilmesine onay verdi. Ahlaki değerlere önem veren Müslüman ülkelerde bunun gerçekleşmesi mümkün değil.
Hatırlayacaksınız... Bir zamanlar İngiltere’de Profümo Skandalı olmuştu. Bir siyasinin siyasi hayatında kabul edilmez bir yaşam sürmesi ve sevgilisi Profümo ile olan görüntüleri, onun istifasını getirdi.
Alın size bir başka örnek...
Deniz Baykal’ın bir başka siyasetçi bayanla otel odasında çekilmiş videosu, onun nerdeyse siyasi hayatını bitirdi. Bu mesele açığa çıkıp kamuoyuna yansıyınca CHP Başkanlığından istifa etmişti. Lakin üzerinden zaman geçse de halk, yine onu kucakladı, yine onu meclise gönderdi, anımsadığım kadarı ile...
Turgut Özal zamanında da bir siyasi skandal yaşanmıştı, rüşvet üzerine. Şu anda ismini hatırlamıyorum ama bir bakanın para yediğine dair çıkan dedikodular üzerine bir senaryo düzenlendi ve yüklüce bir paranın numaraları alınarak rüşvet olarak kendisine verildi. Tabii ki senaryo ve oldu-bitti karşısında hemen düzenlenen baskında paralara el konuldu ve o bakan, görevinden istifa etti. Lakin siyasi hayatı da bitti.
Bu tür yaşananlar veya yaşanmış gibi kamuoyuna yansıyan olaylarda Uzakdoğuda durum daha bir farklıdır. Şayet bir bakan çok yakın bir akrabasına çıkar sağlayacak bir iş yapmışsa, hemen istifa ediyor ki, buna benzer pek çok olaya rastlamak mümkün. Şu anda anımsamıyorum ama, bir bakan veya başbakan yine uzakdoğuda zan atlında kalınca, değil görevinden istifa, adam beynine kurşun sıkarak hayatını bitirdi.
Bu konuyu köşeme taşırken birden aklıma İtalyanlar’ın ünlü porno film yıldızı Cicciolina geldi. Kadın meclise girmek için türlü oyunlar çekti. “Türlü oyun” dediğim şey, bacak ve göğüs göstererek halktan oy talep etmesi ve bütün kötü geçmişine rağmen İtalyan halkının onu seçmesi ve meclise göndermesi hayli ilginçtir.
Bir zamanlar Hürriyet gazetesinde bir haber görmüştüm... O haberde bir kadının megafonla İstanbul Meydanı’nda tek başına halka hitap etmesi ve halktan oy istemesiyle görüntüsü vardı. Hayli ilginçti gerçekten. Üniversitede, daramturji okurken hocalarımız bize şöyle derdi:
“Günlük hayatta gazetelerden dramatik bir durum yakalarsanız, güzel bir tiyatro oyunu yazabilirsiniz.”
Gazetede görmüş olduğum kadın, İstanbul’da bir hayat kadınıydı ve bağımsız milletvekili adayı olmuştu. O kadın tek başına Donkişot gibi, arslanların, kaplanların karşısında bir kahramanlık gösterisi yapıyordu. Hatta kendi hayatını anlatan bir de kitap yazmıştı.
Ben de hemen bir oyun ve bir roman yazmıştım, bu kadının ve hayat gerçeklerinin kabul edilmezleri üzerine. Oyunuma ve romanıma “Biz de İnsanız” adını koymuştum. Henüz bu eserlerimi yayınlama fırsatım olmadı ama ilk fırsatta yayınlamayı düşünüyorum. Her ne ise... Oyunda İstanbul veya Türkiye gibi bir yerde, ahlaki değerleri çok yüksek olan bu ülkede bir hayat kadınının meclise girmesi mümkün mü? Değildir elbette.
İşte o zaman ortaya bir dramatik durum çıkıyor. Bill Clinton Beyaz Saray’da türlü haltlar yiyor ve yeniden başkan seçiliyor, ama etini satarak hayatını sürdürmeye çalışan zavallı bir hayat kadını meclise giremiyor. Tabii ki Cicciolina’yı da bunlara eklemek lazım, dramaturjik anlamda.
O hayat kadını çalışmakta olduğu İstanbul’daki genelevde kendi aralarında sorgulama yaşıyor. Kokonası soruyor...
“Ulan hangi p....k sana oy verecek İstanbul gibi bir yerde?”
Milletvekilliğine soyunan hayat kadını ise şu yanıtı veriyor:
“Sadece İstanbul’da yattığım erkekler bana oy verseler, Amerika’ya başkan olurum be” der.
Bir başka hayat kadını ise araya giriyor:
“Ne Amerikası be? Duymadınız mı Clinton Beyaz Saray’da zurna çaldırıyor. Elbette ki biz de insanız bu meclise girmek için” diyor.
Hayat gerçeklerinde siyasi skandallar, ahlak, etik değerler ortaya dökülünce bu tür olaylar ve fikirler çıkıyor. Esasında benim o oyunda sorgulamak istediğim şey, “ahlakın örtünün değil, kafada olduğuna” yönelikti.
Her ne ise... UBP’deki bu çirkin olay nasıl biçimlenecek bilemiyorum. Lakin adı “siyaset” veya Rumların ifadesi ile “politici”, yani İtalyanca ve Rumca da fahişelik anlamında.
Bu konuyu irdelerken sizi gülümsetmişsem ve düşündürmüşsem ne mutlu bana...