24 Haziran (2018) seçimleri, Türkiye’nin yeni dönemine giden yolun son aşaması oldu. 9 Temmuz günü (dün), “cumhurbaşkanlığı” olarak nitelenen, literatürde başkanlık olarak bilinen sisteme geçiş, koşut olarak yeni bir dönemin de başlangıcı oldu.
“Başkanlık” sistemi denince, ABD’deki, Türkçe’de karşılığı “fren & denge” olarak kullanılan “check & balance” esasına dayalı sistem gelir. Bir tür “Türk tipi” başkanlık sistemi olan yeni “cumhurbaşkanlığı" sistemi de “fren & denge” esasına göre kurulmuş olmalı! Bu yöndeki anayasal değişiklikleri derinliğine inceleyemediğim için bu konuda kesin konuşamıyorum. Ayrıca fren ve denge sisteminin uygulanış biçimi önemli olduğundan, konu hakkında konuşmak için yeni sistemin işleyişini görmek gerekiyor. Hiç kuşkusuz “insan unsuru” ile Türkiye’nin sosyoekonomik ve sosyokültürel yapısı ve siyasal parti sistemi de, yeni dönemin/sistemin biçimlenmesinde rol oynayacak.
Yeni dönemin Türkiye’nin iç politikasına yansımaları, bugünkü konumuz değil! Bizim konumuz, dış ilişkiler ve bu bağlamda Kıbrıs sorununa olası yansımalardır.
RUM - YUNAN CEPHESİ VE BATI’NIN BEKLENTİSİ
Batı medyasındaki yorumlara bakılırsa, seçim geçtikten sonra Erdoğan’ın kişiliğinde Türkiye’nin daha esnek olacağı varsayılmaktadır.
Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias ise, daha 24 Haziran seçim günü, “Kemalistler kazanırsa umudumuz yok” diyordu. “Eğer Erdoğan kazanırsa, o zaman sorunları çözmek için daha fazla esneklik ve isteklilik göstermelidir.” Dahası, “bir konferans düzenleyip garantiler ve güvenlik konularında ortak bir çözüm bulup bulamayacağımızı incelemeden önce, garantör güçlerin konuşmaları gerekecek. Eğer bu konuda bir çözüm yoksa müzakereleri yeniden başlatmak için bir neden yok. Cenevre'de ve Crans-Montana'da yapılanların aksine biz ilk olarak bu konuyla başlayacağız. Türkiye'nin konuya, yani çözüm yöntemine dair makul bir yaklaşımı olduğunu seziyorum” diyor.
Bu elbette ki bu, “sezgi” yanında bir ön şarttır. Kıbrıs'ta garantörlüğün sona erdirilmesi ve Türk askerinin Ada'dan çekilmesi konularında Türkiye’nin ikna edilmesi, edilmezse garantiler bertaraf edilmeden masaya oturmayacaklarını söylemesi şart değilse ne olabilir?
Kaldı ki -ne ilktir ne de son olacaktır- Avrupa Parlamentosu’nun, AB ile Türkiye arasında müzakerelerin başlatılabilmesi için “Rum Yönetimi ile tam, geçerli ve ayrım gözetmeden iş birliğinin gerekli olduğu,” yani Türkiye'nin Rum kesimini tanıması şartı da var.
RUM – YUNAN TARAFININ HEDEFİ: GARANTİLERDEN KURTULMAK
Diğer yandan, görüşme sürecinin yeniden başlaması için uzun süredir bir “kazan kaynatıldığı” ve Türk tarafının “Guteres belgesi çerçevesinde görüşme” kapısını açmasının, kaynamayı istenen sonuca doğru yaklaştırdığını bilmeyen yok! Üstelik görüşme sürecinin İsviçre’de çöküşü sonrasındaki onca söylenenlere karşın, Türk tarafının yeniden görüşme konusunda fazla “hahişkâr” olduğu açık seçiktir.
Hem de Guteres Belgesi’nin içeriğinde, “garanti sisteminin sürdürülebilir” olmadığı vurgusuna karşın!
Hem de bu belgeyi ortaya koyan BM Genel Sekreteri Guteres’in, fena halde çizmeyi aşarak tarafsızlığını yitirmiş olmasına karşın!
Oysa öyle görülüyor ki Rum – Yunan tarafı, olası yeni görüşme sürecindeki hedefini, BM ve Batı’nın desteğiyle “garantilerden kurtulmak” olarak saptadı. Kotzias’ın yukarıdaki ifadesi, “baklanın ağızdan çıkarılmasıdır. Hem, elinde Türk tarafının “görüşmeye esas olsun dediği” ve garanti sistemi sürdürülebilir değildir vurgu/saptaması olan bir belge söz konusu iken, bunu niye hedef almasın ki!
Bu konuda aceleleri de var. Rum Dışişleri Bakanı, “BM Genel Kurulu dolayısıyla tarafların Genel Sekreter Guterres ile görüşmek üzere New York’ta olacakları Eylül sonundan önce prosedürün devamını önermeye hazır olması için derine girmesini” istediklerini söylüyor ki zaten süreç onların istedikleri yönde ilerliyor. Uzun süredir dillendirilen yeni BM Genel Sekreteri Özel Temsilcisi atanacağı konusu, Türkiye’deki seçimlerden sonra ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kıbrıs’a gelişinden hemen önce kesinleşti; ABD’li Jane Holl Lute Genel Sekreter’in Kıbrıs özel temsilcisi oldu.
(ABD eski Başkanı Goerge Bush'un askeri konularda danışmanlığını yapan ve “Savaş Çarı” lakabıyla tanınan General Douglas Lute'nin eşi imiş Jane Holl Lute! Ne olacak falanın eşiyse diye düşünülebilir ama çoğu kez bunun da bir anlamı olur diplomaside! Ben sadece değinmekle yetiniyorum.)
SON OLARAK
Kafamızdaki soru şu: Türk tarafı, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çok güçlendiği bu yeni dönemde, Batı ile Rum – Yunan tarafının beklentileri/sezgileri doğrultusuna girip de garantiler konusunda onları mutlu edecek bir tutum içine girer mi?
Hamasi bir söylem değil, tarihi bir gerçek olan “garantiler ve müdahale hakkı olmasaydı, bu Ada’da toplumsal/siyasal anlamda bir Türk varlığı olmayacağı” bilinerek bu tutuma girilir mi?
Durmadan değişen dünya jeopolitiğinin Kıbrıs’ta Türk garantisini adeta “dayattığı” reel politik gerçeğine karşın bu tutuma girilir mi?
Gayet tabii ki insan bunların olası olmadığını düşünmek ister ama görüşme sürecinin çöktüğü Crant Montana’da da Türk tarafının, garantiler konusunda “abartılı bir esneme” yaptığı gerçeği, insanı ister istemez duraksatıyor.
NOT: Bu yazı, 8 Temmuz 2018 Pazar günü kaleme alındı. 10 Temmuz 2018 günü siz bu yazıyı okuduğunuzda, T. C. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, KKTC’ye gelmiş; büyük olasılıkla dile getirdiğim konularda konuşmuş; yine büyük olasılıkla kaygılarımla ilgili konular açıklık kazanmış olacaktır.
Yine de konu ile ilgili görüş ve kaygılarımı dile getirmek ve kayda geçirmek istedim.