Arapça, İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Portekizce ve Rusça, Türk dili gibi geniş coğrafyalarda konuşulmaktadır. Bu dillerin geniş coğrafyalarda konuşulması sonucunu doğuran tarihsel süreçler faklıdır. Arapça, Kuran dili olması dolayısıyla, değişik etnik kökenli toplulukların daha çok gönüllü olarak araplaşması/“öğrenilmesi” ile yayıldı.  Fransızca, Rusça, İspanyolca ve Portekizce, kültür emperyalizmi yapılarak değişik coğrafyalara dayatılarak “öğretildi.” Türkçe’nin yayılması ise, göçlerle ve kültür coğrafyasının büyümesi/genişlemesi ile gerçekleşti. Az da olsa “öğretildiği” durumlar var ama daha çok doğal, kendiliğinden, tarihsel bir süreçle yaygınlaştı. 
Türk dili dışındaki yaygın dillerin ortak bir özelliği vardır: Geniş ve farklı coğrafyalarda tek alfabe ile ve -yerel özellikler de olmasına karşın- ortak yazı-iletişim dili kullanmaktadırlar. Türk Dünyası’nın yaklaşık bir yüzyıldır ortak alfabesi olmadığı gibi, ortak yazı dili ile ortak iletişim dili de yoktur. TÜRKSOY gibi bir uluslararası yapılanmada bile, Türkiye dışındaki Türk cumhuriyetlerinin iletişim dilinin Rusça olması gerçeği vardır. Buna, katıldığım TÜRKSOY toplantılarında bizzat kendim tanık oldum. 
***
Konu her zaman ilgi alanım içinde oldu. Birçok uluslararası toplantıda konuya değindiğim de oldu.  Hatta 4-5 Aralık 2021 tarihlerinde dijital ortamda düzenlenen “Uluslararası 21. Yüzyılda Türk Dünyasında Dil Edebiyat Kültür Sempozyumu”nda, “KIBRIS TÜRKLERİ ÖRNEĞİNDE ‘ORTAK TÜRK ALFABESİ SORUNU’ başlıklı bir bildiri sundum. 
Yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar Türk halkları, tek alfabe (Arap Alfabesi) kullandığı için birbirlerini kolayca anlayabiliyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti yanında başta Azerbaycan,  diğer Türk halkları da Latin Alfabesi’ne geçiş süreci yaşamaya başlayınca  Sovyetler Birliği bu süreci tersine çevirdi. Bununla da kalmadı, her Türk boyuna birbirlerini anlamayacak biçimde Kiril harflerinden ayrı alfabeler yarattı ve dayattı.  
Sovyetler Birliği dağılıp Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanınca, 1991’de yeniden Latin Alfabesi’ne geçiş süreci başladı. Sonuçta Türk Dünyası Ortak Alfabe Komisyonu, (Türk Akademisi ve Türk Dil Kurumu işbirliğinde) 9-11 Eylül 2024 tarihlerinde Azerbaycan’ın başkenti Bakü'de yaptığı toplantıda, Ortak Türk Alfabesi üzerinde uzlaşı sağlandı. 34 harfli Ortak Türk Alfabesi, Türk dünyasındaki farklı lehçeler ve dil ihtiyaçları göz önünde bulundurularak tasarlandı. Bizim de kullandığımız alfabenin 29 harfi, aynen 34 harfli ortak alfabede yer aldı. 
***
Lozan’ın, Kıbrıs Türkleri için bir kırılma noktası olduğu kesin! Kıbrıs’tan Anadolu’ya  yoğun toplu göçler yaşanırken, diğer yandan İngiliz Sömürge Yönetimi Kıbrıs Türkleri'ne fena “posta koydu.” Vakıflara, müftülüğe burnunu soktu. Tehlike olarak gördüğü Kıbrıs Türkleri’ndeki “ulusalcı Kemalist” harekete karşı tavır aldı. Hareketin gelişmesini, kökleşmesini, kitleselleşmesini durdurmak amacıyla bir dizi önlemler aldı. Türk okullarında Mustafa Kemal resimleri ile Türk bayrağının asılmasını engellemeye çalıştı. Kemalist öğretmenleri sürgün etti, şapka giyen devlet memurlarını cezalandırdı. En önemlisi “Türk kimliğini” reddetti. (Mustafa Kemal Atatürk soyadını henüz almamıştı.)  
Buna karşın, Ada’da kalan Kıbrıs Türkleri, daha sonra Atatürk soyadını alan Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyet’i adım adım izlediler. En önemlisi harf devrimi ile ilgili yasa Türkiye’de daha yürürlüğe girmeden, 23 Ağustos 1928’de Söz Gazetesi, “Kıbrıs Türk Muallim (Öğretmen) Cemiyeti”nin, “Türkiye’de Latin Harfleri kabul edilirse bizde de kabul edilmesi gerektiği” kararı verdiğini haber yaptı. Nitekim Türkiye’de ilgili Yasa 1 Kasım 1928’de yürürlüğe girince, Kıbrıs’ta da hemen Latin alfabesine geçiş çalışmaları başladı. (Buna öncülük eden Necati Özkan’ın, yalnız bununla bile tarihte yeri olduğu yadsınamaz.)  
(Atatürk ve onun Cumhuriyet’i ile o denli özdeşleştiler ki, “Atatürk” ve O’nunla ilgili tüm kavramlar Kıbrıs Türkleri için onur ve saygı duyulan, kimliğinin mayası ile sosyo-politik/sosyokültürel yapısında belirleyici yeri olan “yüce değerler”dir. Bu değerler, Kıbrıs Türk kimliğini oluşturan etkenlerin başında gelir. İngiliz Sömürge Yönetimi’nin tüm engellemelerine karşın,  kimliğini “Müslüman cemaat” olmanın ötesine taşıyan, günümüze kadar yok olmamak için varını yoğunu ortaya koyarak her türlü direnişi (silahlı direniş dahil) besleyen ruhu, inancı, azmi, özveriyi, gücü, kişiliği ve kimliği Kıbrıs Türk Halkı’na kazandıran bu değerler/etkenlerdir. Bunun, hamasetle de, şöven ya da ıkçı milliyetçilikle de, ideolojik saplantılarla da ilgisi yoktur.) 
Çok geçmeden İngiliz Sömürge Yönetimi, 1931 Rum İsyanı’nı gerekçe göstererek Ada’da kendisinin kurduğu göreceli/kısmî demokrasiyi rafa kaldırdı, sıkıyönetim uygulamaya başladı, bu bağlamda Türk ve Yunan bayraklarının asılmasını yasakladı, Türkiye ile Yunanistan’dan kitap gelmesini sıkı denetim altına aldı. Böylece Türkiye ile birlikte Latin Alfabesi’ne geçiş sürecinde Ada’ya Türkçe kitap akışı olmadı. 
    Sömürgeci İngiliz Yönetimi’nin Türk kimliğini reddetmesine karşın Kıbrıs Türkleri’nin kendi öz dinamiklerinin gösterdiği refleks, bu arada Latin alfabesine geçiş, alfabe birliğinin günümüze kadar süregelmesini sağladı. 
    Sözünü ettiğim Sempozyum’nda sunduğum “KIBRIS TÜRKLERİ ÖRNEĞİNDE ‘ORTAK TÜRK ALFABESİ SORUNU’ başlıklı bildirimde, Kıbrıs Türkleri örneğinde yaşanan alfabe ve edebiyat dili sürecinin, Türk Dünyası’ndaki ortak alfabe konusunun yaşamsal değerini gözler önüne serdiğini belirttim. Bu arada yerel alfabelerin, belirlenecek ortak alfabede yer alacak harflerin dışına çıkmadan düzenlenmesinin, önemsenmesi gereken bir konu olduğunu, tarihe karışmış olan Sovyetler Birliği’nin Rusça’yı iletişim dili olarak dayatma biçiminin, Türk Dünyası’na ortak iletişim dili arayışlarına örnek olamayacağını  savundum. 
    (Akıl yolu birmiş. Ortak Türk Alfabesi saptanırken, benim de dile getirdiğim hususlar göz önünde bulunduruldu.)  
***
        İsmail Gaspıralı’nın, Türk Dünyası için rehber olması gereken “dilde, fikirde, işte birlik” önermesi, 21. yüzyılın bu ilerleyen yıllarında önemini, yaşamsallığını ve gerçekliği koruyor. Önermenin başında “dil”in gelmesi bir rastlantı değildir.     Elbette ki çağımızda ve gelinen aşamada, Türk ülkelerinin kendi istek, istenç ve tercihleri olmadan ortak alfabeye geçmesi düşünülemez bile! (Kıbrıs örneğindeki gibi!) Nitekim 34 harfli ortak Türk Alfabesi kararı oybirliği ile alındı. Daha da önemlisi, her ülke ortak alfabe konusunda kendi anayasal düzenine göre karar verecek.
    Bir konuyu açıklığa kavuşturalım: Her ülke 34 harfin tümünü de kullanmak zorunda değil! Yapılacak şey, her ülkenin kendi alfabesinde kullanacağı harfleri ortak alfabe içinden belirlemesi ve aynı harfin aynı sesi yansıtmasıdır. Türkiye ile KKTC’nin alfabelerinde değişiklik yapmalarına gerek yoktur çünkü şu andaki 29 harf, ortak alfabede zaten vardır.   
***
    Tarihsel sürece ve günümüzdeki gerçeklere bakıldığında, Türk Dünyası için ortak alfabe kadar, ortak iletişim diline de gereksinimi olduğu kesindir ama böyle bir iletişim dili, Rusça (ve İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Portekizce) örneklerindeki gibi dayatmalarla değil ortak istek ve kararlarla olabilir. İletişim dilinin bizim de kullandığımız Türkiye Türkçesi olması en gerçekçi yol gibi görülüyor. Dilci değilim ama Türkmenistan dışındaki Türk Cumhuriyetleri ile Rusya Federasyonu içindeki Tataristan’la Başkurdistan’a, günümüzde Rusya’nın işgalinde olan Kırım’a, Moldova içindeki Gagauzyeri’ne ve tüm Balkan ülkelerine gittim. Kendiliğinden öyle bir süreç yaşandığını rahatça söyleyebilirim. İlber Oltaylı’nın da (ortak alfabe konusunda eleştirileri olduğu halde) benzer bir değerlendirme yapması ilginçtir.
    (Kısaca “ortak yazı dili” konusuna da değineyim: Bu konu ortak iletişim dili ile doğrudan bağlantılı olup ortak iletişim dili tutarsa ortak yazı dili de kendiliğinden ortaya çıkacaktır diye düşünüyorum.)
    Günümüzdeki iletişim - bilişim teknolojisinin geldiği aşamaya baktığımızda, gerek ortak alfabe, gerekse ortak iletişim dili konularında eşsiz fırsatlar ve olanaklar olduğu açıkça görülüyor.