Pek çok kişi ya da kişi adına yazılan kitap için yazı yazdım. Elbette ki her birinin ayrı bir anlamı vardı ve her yazdığım yazı bende değişik çağrışımlar yaptı, duygular uyandırdı.
Burhan Nalbantoğlu için yazmak bambaşka bir şey!  
Aktif politikaya girdiğim 1970 yılına kadar doğrudan bir ilişkim yoktu Nalbantoğlu’yla! Hakkında olumlu ya da olumsuz bir görüşüm oluşmamıştı. 1970’de seçimi kazanarak milletvekili olduktan sonra da, ta 1973 yılına kadar onunla yakın bir ilişkin olmadı. Üstelik o hükümette idi ve muhalif bir duruşum olduğu içini ona da muhaliftim. Benim gözümde zamanın iktidarının bir parçasıydı. 
Yakın ilişkimiz 1973’ten sonra başladı. İlk kez Özgürlük Grubu’nda birlikte savaşım verdik. 1975 başlarında, süreç içinde TKP’yi  (Toplumcu Kurtuluş Partisi) doğuran Sosyal Demokrat Parti kurma çalışmalarımız bizi çok yakınlaştırdı. Partileşme sürecinde hep birlikte yürüdük. 
Bu süreçte saldırı, eleştiri, suçlama, hatta ayak oyunlarına maruz kaldı. Süreçten dışlanmaya çalışıldığı da oldu. Hepsini göğüsledi. Bunu yaparken kendini savunma gereğini hiç duymadı. Her defasında haklılığı kabul edildi. Karşısında olanlar, gün geldi onun yakın ve sadık dostu oldular.
1976 sonrasında Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin iki Gazimağusa milletvekili olarak çok birlikteliğimiz oldu. Yaşadıklarını anlatmasını, özellikle de yazmasını istedim sık sık! 
Her Çarşamba günü Gazimağusa’ya gelir, birlikte köy gezilerine çıkıp yurttaşlarla konuşurduk. Ölümünden önceki son Çarşamba günü de, onun arabasıyla bazı Karpas köylerini dolaşmıştık. O gün çok durgun bir hali vardı. Dönüş yolunda Yeniboğaziçi’nden geçmemizi istedi.  
Çok kez gelmişti Yeniboğaziçi’ne ama o gün çok farklı idi. Öğretmenlik yaptığı binayı gösterdi bana! Konuşmadan oralarda dolandı durdu. Geçmişini, gençlik yıllarını arıyordu sanki!
Gazimağusa’ya giderken daha da durgunlaşmıştı. Çok az, bölük pörçük bazı anılarını anlattı bana! Artık suskunluğu bozup konuşmasını ve yazmaya başlamasını istedim yeniden! “Zamanı gelecek be Reis” yanıtını verdi. 
Ne yazık ki o son görüşmemizdi ve sözünü ettiği “zaman” hiç gelmedi. 
***
Çağdaş bir kafası vardı. Çok okurdu. Canlı kütüphane gibiydi. 
Yaşamı, dürüstlüğü ve cesareti ile örnek alınacak bir insandı. Kanlı yaşam kavgamız içinde, önder olarak en tehlikeli ve ağır görevleri üstlenmiş, ödün vermez duruşu ile sivrilmişti. 
Büyük servetlerin yağmalandığı ortamlarda dürüstlüğü dikkatleri çekmiş, kişisel çıkarları için boyun eğenlerin, şekilden şekle girenlerin arasında dik duruşuyla hepimizin saygısını kazanmıştı. 
Yaşamının son saatlerinde, yurt topraklarını uluslararası şirketlere kaptırmamak için verdiği savaşım, özellikle geldiğimiz noktada ibretle anımsanmalıdır. 
Sosyal yaşamında ve partisel ilişkilerinde sonsuz hoşgörülüydü. Ne yapıp eder, olası ya da ortaya çıkan tartışma ve çatışmalarda taraf olanları bir araya getirip işi tatlıya bağlardı. Evi, partililerin, partileşmeden önce bu işi kotarmaya çalışanların buluşma yeri idi. Sosyal Demokrat Parti tüzük ve program taslaklarını Yeniboğaziçi’ndeki evimde onunla birlikte hazırladıktan sonra, toplantılar genellikle onun evinde yapılırdı. Lefkoşa’daki arkadaşlar, gecenin ileri saati de olsa gereksinim duydukça o eve koşarlar, orada sohbet ederler ya da sorunları çözüm ararlardı. Ve eşi Seval Hanım, gocunmadan, rahatsız olmadan her vakit gelenleri güler yüzle karşılar, ikramda bulunurdu.
***
Nalbantoğlu Kıbrıs Türk Halkı içinde bir “değer,” dahası bir “hazine” ve yadsınılamayacak bir “gerçek”tir. Kıbrıs Türkü’nün “halklaşma” ve “devletleşme” sürecinde başlı başına bir olgudur. 
Kıbrıslı Türkler’in tarihindeki en etkili on kişiden biridir Nalbantoğlu! Bu günlere gelmemizde onun yadsınamaz katkısı vardır.
Ben onu ölümsüzleştiren üç yanına kısaca değineceğim:
1) Nalbantoğlu TMT’nin üç kurucusundan biridir. 
Kim ne derse desin, ne kadar karalanmaya ve karartılmaya da çalışılsa, TMT, tarihi bir gerçektir. Eğer ENOSİS olmamışsa ve bu Ada’da Türk Halkı varlığını sürdürebiliyorsa, bu TMT’nin başarısıdır ve kurucularından biri olarak Nalbantoğlu’na bu niteliğiyle tarihte yer almıştır.
2) Adını taşıyan Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastahanesi onun anıtlaşmış eseridir. Bu hastaneyi çok daha büyük boyutta düşünmüştü. Öyle bir vizyonu vardı ama siyasal ortam, vizyonunu gerçeğe çevirmesine olanak vermedi.
Sonraki yıllarda, hastanenin sürekli olarak genişletilmesi, bugün artık ihtiyaca yanıt vermemesi, onun öngörülerinin isabetini kanıtlar niteliktedir. 
Sağlık sistemi konusunda dile getirdiği görüşler, bu gün bile geçerliliğini korumaktadır. Ayrıca tüm sağlık altyapımızda onun izleri vardır.
Kısacası, ülkemizin sağlık konusu söz konusu olduğunda, her koşulda Nalbantoğlu’nun silinmez izleri ile karşılaşırız.    
3) Demokratikleşmemizin önemli kilometre taşlarından olan 1975 Anayasası’nın hayata geçişinde de önemli katkısı olmuş, bu konudaki hareketin içinde ve yanında yer almıştır. Ayrıca partileşme sürecinde gösterdiği hoşgörü ve özveri, partileşme sürecinin bu günkü düzeysiz aşamasına bakıldığında, ibret vericidir. Buna, kurucusu olduğu TMT’nin misyonunu doldurduğunu ilk dile getiren kişi olmasını da eklemek gerekir.
***
Özker Yaşın’ın, ölümünden hemen sonra yazdığı bir şiir, Nalbantoğlu’nun yaşamının şiirsel bir özeti gibidir. Bu şiiri paylaşmak istiyorum:
GERİDE KALDI
-Dr. NALBANTOĞLU’nun anısına-
Burhan ne kadar erken,
Bu dönülmez yolculuk.
Geride kaldı işte, 
Geride kaldı eş, dost,
Çoluk çocuk…
Geride kaldı hırs, kin,
Geride kaldı sevgi, saygı, özveri,
Geride kaldı kalleşlik, dostluk!
Geride kaldı insanlar, insancıklar,
Ve dağ gibi büyümüş sorunlar…
Geride kaldı mutlu yarınlar,
Köpek, kedi, kuş, böcek,
Bakkal, kasap, kitapçı,
Geride kaldı Mağusa, Lefkoşa, Erenköy,
Geride kaldı köylü, kentli.
 
Geride kaldı
Oy verenler,
Oy vermeyenler…
Geride kaldı Meclis, Başkan, tokmak,
Hastahane, kışla, ev, sokak 
Geride kaldı Ahmet, Mehmet, Hüseyin,
Geride kaldı Ayşe, Fatma, Hatice….
Toprak açıldı, toprak kapandı bitti,
Ölüm perisi bir can aldı,
Sustu bir sevgi dolu kalp,
Bir yiğit dostun, bir bilge dostun,
Sıcacık anısı geride kaldı…
***
Çok etkilenip üzüldüğüm olaylardan biridir Nalbantoğlu’nun ölümü! Beklenmedik bir anda aramızdan göçüp gitti. Varoluş Savaşımımız içinden süzülerek gelmiş, kuşaklar arasındaki uçurumu kapatarak sivilleşme ve demokratikleşme sürecinde ön safta yerini almış bu çapta bir insanın 55 yaşında soluğunun kesilmesi, halkımızın büyük kaybı oldu. 
Ardında hiçbir yazılı belge, anı bırakmadan gitti. Elbette ki genç ve en verimli çağında aramızdan ayrılacağını bilemezdi. Oysaki yazsaydı, geçmişimiz daha bir aydınlık olacak ve bazı kişiler konuşma olanağı bulamayacaktı. Onunla ilgili yazılıp çizilen, konuşulup söylenen çok şeyler oldu ama onu bütünsel olarak ele alan bir kitap çıkmadı. Neyse ki aradan geçen bunca yıldan sonra   Özgül Mutluyakalı ile Damla Soyalp, onu bu şekilde anlatan bir kitap kazandırdılar toplum belleğine: “Yarım Kalmış Bir Hayat!”  
Yazılarımda, konuşmalarımda, söyleşilerde en çok üzerinde durduğum konulardan biridir toplum belleği! Kıbrıs Türk Halkı’nın ciddi boyutta “belleksizleştirildiği” ya da “toplumsal bellek yitimi”ne uğradığını; bunun doğal sonucu olarak da “kimlik bunalımı,” “bilinç bulanıklığı” ve “yurttaşlık bilinçsizliği” yaşandığını; her kitabın, özellikle de her anı/yaşamöyküsü kitabının, toplumsal belleğe yapılan bir katkı olduğunu dile getiririm. 
Burhan Nalbantoğlu’nu anlatan “Yarım Kalmış Bir Hayat” adlı kitap,  toplum belleğimize yapılan çok ama çok değerli bir katkı ve bizi bu Ada’ya bugünkü halimizle ”gökten zembille indiğimiz” sananlara verilen bir yanıt olup önemli bir boşluğu dolduracak; güneşin balçıkla sıvanamayacağı gerçeğini bir kez daha gözler önüne serecektir. 
Özgül Mutluyakalı ile Damla Soyalp çok güzel bir eser ortaya çıkardılar. Klasik bir yaşamöyküsü (biyografi) değil belki ama belgesel tadında ve Nalbantoğlu’nun birçok yönünü gözler önüne seren; belki daha önemlisi bundan sonra Nalbantoğlu’nu yazmak isteyenlere kaynak olabilecek bir eser! 
Onları kutlarım.
Bu eserle kutlanacak bir sivil toplum kuruluşu da vardır: Kıbrıs Türk Hekimler Birliği. Bu Birlik, iz bırakmış hekimleri konu alan yayınlarıyla toplum belleğine ciddi katkı yapmaktadır.
Başta Özgül Mutluyakalı, Damla Soyalp ve Kıbrıs Türk Hekimler Birliği, bu eserde emeği, katkısı olan herkese teşekkür ederim.  
Bu kitap ışıklar içinde yatan Nalbantoğlu’nun ruhunu şad edecektir.
NOT: “Yarım Kalmış Bir Hayat” bu akşam (2 Mayıs 2017 Salı) Lefkoşa – Bedesten’de tanıtılacaktır. Katılmanızı ve bu kitabı okumanızı öneririm.